SÖZDE VE ÖZDE FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜ

 

Türkiye’de aslında fikir özgürlüğü olduğunu ve sadece bazı “tehlikeli” fikirlerin ifadesinin ve bazı kurumları eleştiri veya tahkir ile zayıflatmanın dışında her şeyin serbest olduğunu iddia edenlere şunu söylemek gerekir: Eğer bir ülke veya kurum fikir ifadesi veya eleştiriden -haksız eleştiri bile olsa- ciddî hasar görecek kadar zayıfsa, o ülke veya kurumun çok daha derin dertleri var demektir ve önce acilen o dertlere eğilmesi gerekir. Korku ve telaşın ecele faydası yoktur. Doktora hastasına kanserli olduğunu söylemeyi yasaklamak, hastayı korumak değil onu ölüme mahkûm etmektir.

Aslında bir ülke veya kuruma en büyük hakareti edenler, o ülke veya kurumun değişik fikir ve eleştirilerle sarsılacak kadar zayıf olduğunu ve ancak bu tür yasakçı korumalarla ayakta kalabileceğini îma edenler ve dünyaya ilan edenlerdir. Kendisine güvenen ve dünya çapında olduğunu iddia eden bir futbol takımı, oyunu açık sahada ve dünya kurallarıyla oynar. Yoksa gol yemesin diye kendi kale önüne duvar örmeye kalkan bir takım, sadece zayıflığını ve dünyadan kopukluğunu gösterir. Keza, kendi kale önüne duvar örerek ve rakip takımın kendi yarı sahasına girmesini yasaklayarak maçı 12-0 kazanan bir takımın büyüklük iddiaları ise gülünçtür ve kendisine, ülkesine ve taraftarlarına bir hakarettir. Bunda ısrar ise hamasettir. Bilgi gündüzünden ve hürriyet güneşinden ancak korkak karanlık kuşları rahatsız olur.

Fikir filizleri, ancak serbestlik zemininde ve parlak hürriyet güneşi altında tam olarak gelişir ve heybetli bir ağaç olur. Mayınlı yollardan kimse gitmek istemez, gitse bile temkinli olarak ve yavaş yavaş gider – mayınlar açıkça işaretlenmis olsa bile. Bir ülkeyi mayınlı yollardan gitmeye zorlamak, o ülkeyi geri kalmaya mahkum etmekle, o ülkenin önünü tıkamakla ve dinamizmini dinamitlemekle eşdeğerdir.

Artık apaçık görülmüyor mu ki, medeniyet yolunda en hızlı mesafe kat edenler, savunma içgüdüsüyle fikir ve düşünce yollarından mayınları kaldırmakta nazlananlar değil, aksine bu yolları asfaltlayanlardır? Fikir tarlasını yasak mayınlarından geçilmez hale getirenler, bir de oturmuş bu milletten dünya çapında sanatçılar, fikir insanları, Nobel alan bilim insanları çıkmadığını ifade ederek adeta 70 milyonu aşağılıyorlar. Görmüyorlar mı ki, ABD gibi değişik düşünce ve yaratıcılığın tırpanlanmak yerine teşvik edildiği yerlerde Tükler de az sayılarına rağmen dünya çapında başarılara imza atıyorlar, ödüller alıyorlar, ve dünyanın gidişatına yön veriyorlar? Ve yine görmüyorlar mı ki, yasakçılıkla “geri kalmışlık” ve fikir hürriyeti ile “gelişmişlik” yapışık ikizler gibi birbirinden ayrılmıyorlar?

Her zamanın bir hükmü vardır. Bugünkü küreselleşen dünyada akıl, ilim, sevgi, vicdan ve kamuoyu bütün insanlığın ihtiyaç hisettiği temel değerlerdir; bu değerleri gözardı edip kuvveti esas alanlar ise ne kadar kuvvetli olurlarsa olsunlar, zaman duvarına çarpıp tepe taklak düşeceklerdir; şu anda supergüç olsalar bile. Yeni milenyumda sadece aklı keskin ve kalbi parlak olanlar; akıl ve ilme dayananlar yükselecektir. Yani, baskı yerine sevgiyi esas alanlar ve hisleri akıl ve fikirlerine tabi olanlar yükselirken, eski alışkanlıklarla hisleri akıllarının önünde gidenler düşeceklerdir.

Sinsi bozguncular tarafından ulvî hisleri tahrik edilerek sokağa dökülen ve kötü emellere alet edilerek ortada bırakılan saf ve cahil halk yığınları aklı devre dışı bırakıp hislerle hareket etmenin vehametini göstermektedir ve geçmişte bunun acı örnekleri yaşanmıştır. Hisleri ile hareket eden toplumlar her türlü provokasyon ve manipulasyona açıktır ve bir avuç toplum mühendisi tarafından kolayca yönlendirilebilir. Ama unutmamak gerekir ki, hisleri ile kalkan zararla oturur.

1950’lerde temelleri atılan ve Avrupa’nın iki büyük savaştan sonra yeniden toparlanma sürecinin bir ürünü olan Avrupa Birliği, 20. asrın ilk yarısında milyonlarca insana mezar olan eski Avrupa’yla tam bir tezat oluşturmaktadır; ve kör hisler yerine ilim ve akl-ı selim esas alındığında neler olabileceğini göstermesi bakımından son derece manidar bir ibret levhası sunmaktadır.

Yarım asırlık bu AB sürecinden öğrenilecek çok dersler vardır. En önemlisi, Almanya ve Fransa’nın savaştan gerekli dersi alıp, geçmişteki düşmanlıkları alevlendirerek devam ettirmek yerine bütün gayretlerini gelecekte bu tür çatışmaların tekrarlanmasını önleyecek tedbirler almaya hasretmeleri ve daha yerdeki kan kurumadan Avrupa’yı bir barış kıtası haline getirecek bir birliğin temellerini atmalarıdır.

Eğer Avrupa eski düşmanlık ve bağnazlıklarında ısrar etseydi, kabaran evham ve güvensizlik hisleriyle medenileşme yerine askerî harcama yarışına girseydi, bugün Avrupa topraklarında barış ve refah üzerinde yükselen bir AB yerine ızdırap ve gözyaşları arasında kalmış çok sayıda anıt mezar yükseliyor olacaktı. Birinci Dünya Savaşı’ndan ders alınsaydı, 50 milyonun hayatına mal olan ve dünyayı yok oluşun eşiğine getiren ikinci dünya savaşı olmayacaktı. İkinci Dünya Savaşı’ndan ders alınmasaydı, bugün belki de dünyada bu makaleyi yazacak ve okuyacak kimse olmayacaktı.

Almanya ve Fransa, İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra geçmişe sırtını çevirip geleceğe yönelerek depreşen kör hislerinin değil akıl ve ilim rehberliğinde bir barış ve uygarlık projesi başlatmakla ne kaybetti? Biz 80 yıldır düşmanlık edebiyatı yaparak hamaset hislerini okşayıp durmakla ve geleceğe yönelmek yerine geçmişin karanlıklarına çakılıp kalmakla ve yeni başarılara imza atmak yerine haylaz mirasyediler gibi geçmişin başarılarıyla övünüp durmakla ne kazandık? Ve aynı yanlışta ısrarın kime ne faydası var?

Aşiretler arası kan davalarının ne kadar insanlık ve çağ dışı bir cehalet ve vahşet olduğunu, bu düşmanlıkları sürdürmenin fayda değil sadece zarar getireceğini ve aklın gereğinin bu düşmanlıklara son verip dostluk kurmak olduğunu söylüyoruz ve filmlerde işliyoruz, ama nedense ülkeler arası kan davası güdüp düşmanlıkları körüklemeyi milliyetçilik zannediyoruz. Modern dünya, geçmişinden faydalanmanın yollarını en iyi şekilde bularak geleceğini kurmak için bir saniye bile kaybetme riskini almadan geleceğe doğru koşarken, bizde bazı anakronik hisleri canlı tutarak halklarını dar bir zaman diliminde zillet zindanlarında yaşamaya mahkum edenler, o ülkenin büyükleri değil, olsa olsa gardiyanlarıdır.

FİKİRLE SAVAŞMAK

Yel değirmenlerini düşman telakki edip kılıç çeken ve onlarla savaşmaya kalkan kahramanların hikayelerini istihza ve tebessümle okuruz. Ama bundan daha hayret verici olan, bilgiyi ve fikirleri düşman ilan edip onlarla savaşmayı nedense kahramanlık zannetmemizdir. Fikir ve ifade hürriyetinin en temel insanlık hak ve hürriyeti olduğu modern dünyada, fikirlerden korkmak ve onların dile getirilmesini kanun ve cezalarla engellemeye çalışmak, fikirleri “tehlikeli” görüp bu görülmez düşmanlara savaş ilan etmek, hangi akıl, ilim ve iz’anla bağdaşır? Ve bilginin sınır tanımadığı bu iletişim çağında fikirlerin polisiye tedbir ve yasaklarla yok edilebileceğine hangi akıl sahibi inanır? Artık açıkça görülmüyor mu ki: insanları birbiriyle kaynaştıran cehalet değil hakikat kıvılcımlarıdır ve onlar da fikirlerin serbestçe çarpışmasından çıkar.

Acaba en büyük düşmanımızın fikir değil evham, ve, bizim yerlerde sürünmemize en büyük sebebin kökleşmiş saplantılarımız olduğunu ne zaman idrak edeceğiz? Geçmişten bir örnek vermek gerekirse: 1980’li yıllarda cesaretimizi toplayarak Türk parasını koruma kanununu kaldırıp serbest konvertibiliteye geçince döviz karaborsacılığından başka ne kaybettik? Eğer korku üretme merkezlerine kulak vererek felaket tellallarını dinleyip cebinde yabancı para taşıyanları hâlâ nezarete alıyor ve 20 dolarlık bir banka transferi için 20 imza almanın peşinde koşuyor olsaydık sefaletten başka ne kazanacaktık? Öyle görülüyor ki, bu ülkede bazıları düşmanlıkları alevlendirmekle halkı korkutup sindirerek ve “vatanseverlik” kılıfı altında düşünürleri ürkütüp fikir dünyamızı kıraç topraklara çevirerek saltanatlarını sürdürmeye çalışıyor.

Fikirden korkmak, fikre karşı silahlarla savaşmaya kalkışmak, ancak şiddet yanlısı, bu dünyaya söyleyeceği ve vereceği bir şeyi olmayanların başvurabileceği bir yöntemdir. Fikirle kaba yöntemlerle savaşanlara karşı sadece fikirle, güçlü, köklü, dayanıklı, sağlam fikirle karşı durulabilir ancak. Gelecek, fikir savaşını ısrarla, ikna edici yöntemlerle yılmadan, usanmadan sürdürenlerin olacaktır.