FUTBOL AÇILIMI, VEYA …

 

Bir ülke düşünün ki yıllar önce devlet en çok taraftarı olan bir futbol takımını ‘ulusal takım’ ilan edip diğerlerini kapatmış. Sonra herkese birlik çağrısı yapıp ulusal takımı tek yürek halinde desteklemeye çağırmış. Ancak, diğer takımların taraftarları nesiller boyu damarlarına işlemiş olan kendi takımlarına taraftarlık hissinin sökülüp atılma talebini bir haksızlık ve temel kişisel haklarına bir tecavüz olarak görmüşler, ve bu dayatmaya karşı tavır almışlar. Ulusal takıma taraftar olmayı reddeden bu kişiler yıllar boyu ulusal birlk için bir ‘tehdit unsuru’ olarak algılanıp şüpheyle bakılmışlar, ve devlet de bunları milli güvenliğin zaafa uğruyacağı korkusuyla büyük masraflarla sıkı bir gözetim altında tutmuş. Bu gerilim ortamında ekonominin çöküşü ile beraber iktidar değişmiş, ve yeni yönetim mevcut durumun sürdürülemez olduğunu görüp çare aramaya başlamış. Kapatılan futbol takımlarının taraftarlarının küskünlüğünü giderecek bir çözüm bulmak için toplantı üstüne toplantı yapılmış ve rapor üstüne rapor hazırlanmış.

Sonunda yeni yönetim siyasi bir irade sergiliyerek ulusal takım taraftarlarını da fazla tedirgin etmeden ikinci bir takımın devlet kontrolü altında kurulabilmesinin önünü açacak düzenlemeleri yapmaya karar vermiş, ve bulunan çözüm formülünün adını “Futbol Açılımı” koymuş. Bu cesur yaklaşımından dolayı da iktidar bir demokrasi havarisi olarak görülmüş. Muhalefet ise bunu bir ‘ihanet projesi’ olarak görmüş, ve iktidarı bölücülükle itham etmiş. Ekranlarda da yeni bir futbol takımına izin verilmesinin ülkeyi bölünmeye götürecek bir sürecin başlangıcı olduğunu iddia etmiş, ve zaten çok takımlı bir hayatı hayallerine sığdırmakta zorlanan halkın tedirginliği daha da artmış.

Bu tür bir haberi okuyan aklı başında birisi herhalde böyle bir ülkenin bugünün dünyasında olamıyacağını düşünüp bu ülkenin hangi gezegende ve zaman diliminde olduğunu merak edecektir. Sonra da futbol takımı kurup istenen takıma taraftar olmada hiç bir sınırlamanın olmadığı kendi ülkesine bakacak, ve çok takımlılığın ülkenin birlik ve beraberliğine bir tehdit oluşturduğu düşüncesine kahkahalarla gülecektir. Çünkü çok takımlı bir kültürde doğup büyüyen bu kişinin ülkesinde, çok takımlılığın ülke birlik ve beraberliğine bir tehdit olabileceği düşünen bir kişinin aklından şüphe edilir. Bu tür evhamlı kişilere takımları ne olursa olsun insanların hürriyet ortamını sevdiği ve bu ortamı sağlıyan ülkelerine olan bağlılıklarının da azalmayıp aksine arttığı, ve devletlerine küskün insanların olmadığı hatırlatılır. Ayrıca, serbest rekabet içinde mücadele ederek futbolun güzelliklerini sergileyen takımların tüm futbolseverlere bir şölen sunduğu, ve hayatlarına renk ve heyecan kattığı anlatılır. Futbol hürriyeti olan ülkelerde herkes tuttuğu takımlarda farklı, ama serbestçe takım tutma veya yeni bir takım kurma hürriyeti konusunda tam bir birliktir.

Yine düşünün ki bu ülkede birlik olsun diye ayak tipine bakılmaksızın futbol takımındaki her oyuncu aynı ölçüde tek tip bir ayakkabıyı giymeye zorlanıyor. Yani onlardan ayaklarını üst yönetimce belirlenen ayakkabı tipine uydurmaları isteniyor. Ayak farklılıklarını gözardı eden böyle insanlık dışı bir uygulama tahmin edileceği gibi norm dışı ayakları incitir, sahiplerini küstürür, ve tüm takımın performansını düşürür. Hatta onları ayakkabı düşmanı yapıp yeni arayışlara iter. Aslında buradaki düşmanlık ayakkabıya değil, seçilen tek tipe ve zorbalığadır. Yoksa herkes memnuniyetle ayakkabı giyer ve giymeyi savunur – yeter ki takımdaki tüm ayakları kapsayacak kadar değişik boyları ve tipleri olsun. Ayakları incinen ve hatta yaralanan ayakkabı madurlarını ‘ayakkabı düşmanı’ ilan etmek duyarsızlıktır ve bağnazlıktır. Hele hele ‘bunlara bir-iki tip daha sunacak olsak tam şımarırlar ve kontrolden çıkarlar’ demek, tam bir despotluktur. Tek tipte ısrarı bırakıp esnek bir yaklaşımla ‘ayakkabının ayağa uyumluluğu’ esas alınsa görecektir ki takımda ‘ayakkabı sorunu’ diye bir şey kalmayacak, ve ‘ayakkabı düşmanı’ olarak etiketlenen kişiler ansızın ayakkabı dostu ve savunucusu oluvermişler. İnsanlar bedenen bir hayli benzer olsalar bile fikir, his, ve meyil yönünden çok farklıdırlar. Bedenen birbirinin aynı olan eş yumurta ikizlerinin dahi taban tabana zıt fikir ve eğilimleri olabilir. İki insan arasındaki fark, iki hayvan türü arasındaki farktan daha az değildir, ve bu farkı tanımamak insanlığı inkardır. Bu farka saygı duymayan rejimler de insanlık dışıdır, ve insanlık için bir ayıptır. Hukuk önündeki eşitlik ve fırsat eşitliği gibi titizlikle korunması gereken evrensel değerler bir kenarda tutularak, dünyada birbirinin eşiti yani aynı olan iki insanın olmadığını söylemek herhalde abartı olmaz. En büyük eşitsizlik, aynı olmayanlara aynı işlemi yapmaktır, ve en büyük ayrımcılık da tipleri aynı olmayanlara tek tip işlemi yapmaktır. Bu tür toptancı bir yaklaşım dayanışmayı değil huzursuzluk ve kavgayı doğurur. Eskilerin ifadesiyle, ‘Tenasüp, tesanüdün esasıdır; temasül, tezadın sebebidir.’ Yani dayanışmanın temeli uyumluluk, zıtlaşmanın sebebi de benzerliktir – aynen electron ve protonlarda olduğu gibi.

‘Futbol açılımı’ sancılarıyla kıvranan bu zavallı ülkenin yetkililerine sormak lazım: Yahu siz hangi dünyada ve hangi çağda yaşıyorsunuz? Görmüyormusunuz ki tüm çağdaş ülkelerde futbol takımı kurulması ve taraftarlık sonuna kadar serbesttir? Bu serbestlikten hangi ülke zarar görmüş? Yine görmüyormusunuz ki kendi vatandadaşlarınız futbolu ancak yabancı ülkelerde ve yabancılar oynarken seyredebiliyorlar, ve şampiyonalarda yer alamamanın ezikliğini yaşıyorlar? Rekabetçi ortamda yetişmediği için de uluslararası turnuvalarda ulusal takımınız ilk maçlarda elenip boynu bükük olarak ülkeye geri gönderiliyor. Diğer ülkelere bakarak görmüyor musunuz ki ülkelerin birlik ve beraberliğini bozan ve onları zayıflatan hürriyet değil hürriyetsizliktir? Tarihe bakınca görülmüyor mu ki insanları şevke getirip yücelten ve güçlendiren serbestlik, onları bir hayvan sürüsüne çevirip silikleştiren de yasakçılıktır? Evlerinden kaçan çocukların baskıcı ailelerden çıktığı ve demokrasinin hüküm sürdüğü ülkelere göç etmek için fırsat kollayanların baskıcı ülke vatandaşları olduğu sizi hiç mi düşündürmüyor? En zayıf ve fakir ülkelerin demokrasinin en kıt olduğu ve insan hak ve hürriyetlerine en az saygı gösterildiği ülkeler olması acaba bir tesadüf mü? Hür dünya ancak hürriyet zemininde gelişebilen bilim, sanat, ve teknolojide yeni ufuklara uçarken ve hakimiyetini pekiştirirken siz daha ne kadar yasaklarla vatandaşlarınızı ‘koruma’ planları yapmaya ve ülkeyi bir hapishaneye çevirmeye devam edeceksiniz?

Rehberiniz akıl ve bilim mi olacak, mazi karanlıklarında gömülmüş ezberler mi? Rotanızı ümit mi belirliyecek, korkular mı? Zemininiz hürriyet mi olacak, yasaklar mı? Siz sınırlarınızı yabancı işgaline karşı tanklı tüfekli askerlerle beklerken ve fikir hürriyetini ülke birlik ve bütünlüğü için bir tehdit olarak görürken yabancıların internet ve uydu ordularıyla her türlü fikirle neredeyse her eve girdiğini ve vatandaşlarınızın beyinlerini büyük etapta içten işgal ettiğini hiç mi fark etmiyorsunuz? Kafayı kuma gömmeyi hala akıllılık mi zannediyorsunuz? Hürriyetçi ve despotik tek tipçi rejimlerim meyvelerini yan yana duran iki levha gibi net olarak gösteren Güney ve Kuzey Kore örnekleri size hiç mi fikir vermiyor? Güney Kore gibi bir dünya devi olmaktan mı korkuyorsunuz ki Kuzey Kore gibi kaynaklarınızı içine sıkışıp kaldığınız yasakçı kabuğu daha da sağlamlaştırmaya harcıyorsunuz? İnsanı gerçek insan yapan hürriyet ışığından niye korkuyorsunuz ki hürriyeti halkınıza gıdım gıdım ve elleriniz titriyerek veriyorsunuz?

Çok şükür ki futbolun her renginin sonuna kadar hür olduğu ve her tip ve ölçüde ayakkabı satışının serbest olduğu bir ülkede yaşıyoruz, ve bu hürriyetin keyfini doya doya çıkarıyoruz. Bu çağda hala “Futbol Açılımı” gibi anlamakta bile zorlandığımız şeylerle uğraşan bir ülkede de yaşıyor olabilirdik.