Şifa ve İyileştirme Enerjisi: Nedir, Ne Değildir?
Giriş
Şifa deyince akla ilaç gelir. Ama tüm maddeler gibi ilaçları oluşturan maddeler de atom veya molekül denen parçacıklardan oluşur, ve electron-proton-nötron’lardan oluşan bu parçacıkların şifa verme özelliği yoktur, ve olamaz. Çünkü maddenin temel yapıtaşı olan parçacık veya dalgada şifa diye bir unsur yoktur. Yani, şifa maddî bir şey değildir. Öyle olsaydı, ilaçlar şifa maddesiyle dolgu maddelerinin bir karışımı olurdu. Keza, zehirli maddeler de aynı parçacıklardan oluşur, ama tam ters bir etkiye sahiptir. Yani ilaç ile zehirin temel yapı taşları tamamen aynıdır. Hatta bazan aynı madde bazılara şifa olurken başkalara maraz olur. Ancak ilaç ile şifayı birlikte görmekten doğan alışkanlık ve şartlanmışlık, birinin diğerinin kaynağı olduğu fikrini zihinlere bir gerçek olarak kazımıştır.
Işık veya televizyon yayını nasıl tüm alemi kaplıyorsa, şifa da öyle tüm alemi kaplayan görülmez bir ışık veya yayındır. Hatta, nasıl yüzlerce televizyon yayını tüm alemi aynı anda birbirine engel olmadan kaplıyabiliyorsa, öyle de yüzlerce şifa aynı anda tüm alemi kaplamaktadır.
Televizyon deyince akla TV ekranında görünen imajlar gelir. Ama imajlar televizyonun maddesinden değildir ve olamaz, çünkü televizyonun yapısında imajlar yoktur – hiçbir televizyon cıhazı üreticisi televizyon imalatında “imaj” diye bir madde veya parça kullanmaz. O halde televizyon, “imaj üreten” bir alet değil, elektromanyetik dalga veya digital ortamda var olan imajları alıp bunları görsel ortamda imajlar olarak ekranına yansıtabilme özelliği olan alettir.
Televizyon devri öncesi bir kazı esnasında yerden acaip bir taş çıkarılsa ve bu taş üzerinde muhtelif imajlar görülse ve taştan sesler işitilse, o taşı çıkaranlar tüm bunların taştan olduğunu zanneceklerdi, ve o taş cinsine de “ses ve görüntü taşı” ismini vereceklerdi. Hatta o taşlardan bol bol çıkarıp zengin olmaya çalışacaklardı. Televizyon yayınından ve televizyonun çalışma prensiplerinden haberi olmayan insanlar da aynen bunun gibi, ses ve görüntülerin televizyonun içinden geldiğini zannedeceklerdi.
Şimdi dünyanın ücra bir köşesinde televizyondan haberi olmayan bir köye (bir asır evvel dünyadaki tüm yerleşim yerleri böyle idi) bir gece ansızın değişik kanallara ayarlanmış kumandasız yüzlerce televizyon bırakıldığını düşünelim. Köydeki insanlar herhalde bir spor kanalına ayarlanıp bırakılmış bir televizyona “spor televizyonu” ve bir müzik kanalına ayarlanmış bir televizyona da “müzik televizyonu” adını takacaklardı. Şifreli futbol maçlarını gösterebilen şifre çözücülü bir televizyona da herhalde “mucize televizyon” adını vereceklerdi. Bugün dünyada bu tür insanların yaşadığını duysak, herhalde “Bu kadar cehalet olur mu? Taş devrinde mi yaşıyorlar?” diye hayret ederdik. “Niye cıhazın içine bakıp içinde hiçbir ses ve görüntü olmadığını görmüyorlar” diye de hayıflanırdık. İşin daha garip tarafı, biz böyle modern dünyadan kopuk bir köye gitsek, ve televizyondaki sesli veya sessiz imajların aslında başka bir yerden geldiğini onlara izah etmeye çalışsak, muhtemelen onlar bizi deli zannedeceklerdi. Çünkü televizyon cıhazı ile imajların hep “bir” olmasından doğan ünsiyeti parçalamak, her halde atomu parçalamaktan kolay olmayacaktı. Cehalet içinde yüzen bu insanların televizyon gerçeğini anlamaları ve televizyon teknolojisine ciddi bir katkı yapmaları söz konusu olamaz. Bunların yapabileceği tek şey, deneme yanılma ile hangi televizyonların hangi kanallarda yayın yaptığını keşfetmek, ve dükkanlarda bu aletleri o şekilde satmak. Aynen bizim değişik ilaçların hangi şifaları yaydığını deneme-yanılma ile keşfedip, eczanelerde sattığımız gibi.
İmaj için televizyon ne ise, şifa için de ilaç odur. İlaçlar, şifayı şifa aleminden veya yayınından alıp bunu bedenin hissedip massedebileceği şekle dönüştürme hasiyeti olan maddeler veya araçlardır. Müzik dinlemek isteyince radyoyu açıyoruz, ama bir maç seyretmek için radyoyu değil televizyonu açıyoruz. Çünkü biliyoruz ki radyonun görüntü alıp verme hasiyeti yoktur. Öyle de, başımız ağrıyınca antibiyotik değil aspirin gibi bir ağrı kesici alıyoruz – yani ağrıya şifa verme hasiyeti olan (ağrı şıfasını alıp bunu bedene yayabilen) bir maddeyi.
İlaç dahil fiziksel her varlığın temel yapı taşı parçacık (electron, proton, nötron) veya dalga (enerji) dir. Ancak TV imajlarının da temel yapıtaşı aynıdır. O halde ilaç ve ilacın TV’deki görüntüsü hammadde olarak aynıdır. O zaman haklı olarak “Şifa ilacın neresinde?” sorusu akla gelir. Bu soruya tatmin edici bir cevap vermek zordur, çünkü şifa ilacın hiçbir yerinde değildir – aynen parıltının elmasın hiçbir yerinde olmadığı, ışıksız bir ortama girilince parıltının kendiliğinden yok oluverdiği gibi. Zaten modern tıp hayal ve telkin gibi madde-dışı bir çok şeyin de şifa kaynağı olabildiğini, ve dolayesi ile şifanın maddeye bağımlı bir şey olmadığını her fırsatta ifade ediyor. Mesela ABD’de Michigan Üniversitesindeki araştırmacılar, insan beyninin aspirini düşündüğünde ağrı bölgelerine ağrı kesici endorfin hormonu salgıladığını, ve bunun da ağrıyı azaltmakta etkili olduğunu ortaya koydular. Yani kişinin kendisine aspirin aldığı telkinini vermesi, ağrı dindirmekte bazen aspirin almak kadar etkili olabiliyor[i].
Şifa – Enerji İlişkisi
Günlük hayatta herhalde en yanlış kullanılan kelimelerden birisi de “enerji”dir. Bunun sebebi enerjinin çok değişik şekillerde olabilmesi, bunların birbirine dönüşebilmesi, ve enerjinin gözden ziyade akıl ve hayal gücüne hitap etmesidir. Enerji genellikle muğlak bir tarzda “değişikliğe sebep olabilme kabiliyeti” olarak tanımlanır. O yüzden her değişikliğin arkasında bilinen veya bilinmeyen bir enerji türünün var ve faal olduğu farzedilir. Harekete dönüşebilen bir etkiye enerji olarak bakılabilir, ama bir hastanın iyileşmesini netice veren bir etkinin enerjiyle alakası yoktur. Önce şunu belirtmek gerekir ki enerji “fiziksel” bir varlıktır, ve bu yüzden de fizik kanunlarına – enerjinin korunumu gibi – uymak zorundadır. Bir şey yoktan var edilebiliyor ve hatta hiçbir girdi kullanmadan daimi olarak üretilebiliyor veya yok edilebiliyorsa, o şey enerji olamaz.
Bir sistemin enerjisi kinetik ve potansiyel gibi makroskopik, ve termal, kimyasal, ve nükleer gibi mikroskopik formlardan oluşur. Bunların dışında, “yaşam enerjisi”, “zihin enerjisi”, veya “iyileştirme enerjisi” gibi enerji şekilleri olamaz, çünkü bunların korunumu ve başka enerji şekillerine dönüşümü diye birşey söz konusu değildir. Hele enerjinin olumlusu (pozitif) veya olumsuzu (negatif) hiç olmaz. Burada itirazımız “yaşam”, “zihin”, veya “iyileştirme” gibi kavramların varlığına değil bunların enerji olarak takdim edilmesinedir. Şifa maddî bir varlık veya bir enerji türü değildir, ve biyoenerji, akupunktur, ve hipnoz gibi güya bedendeki enerji akışı ile ilgili iyileştirme metodlarının aslında enerji ile hiç bir ilgisi yoktur.
Biyoenerji ve Reiki
Biyoenerji, aynen akupunktur ve hipnoz gibi alternatif tıp ile ilgili bir kavramdır, ve biyoenerji pratisyenleri tarafından “doğal olan enerji” olarak tanımlanır. Burada bahsedilen biyoenerjinin, yenilenebilir bir enerji olan ve bitkisel ve hayvansal atıklardan elde edilen biyogaz veya biyodizel gibi enerjilerle bir ilgisi yoktur.
Biyoenerji, fiziksel bedenle sınırlı değildir, ve bir bedenden diğerine ve hatta başka bir maddeye aktarılabildiği söylenir. Biyoenerji aktarımı için diğer kişiye veya eşyaya dokunmak gerekmez. İnsanda mevcut olan olumlu enerjiye “pozitif enerji”, ve vücutta hastalıklı olan bölgelerin ürettiği olumsuz enerjiye de “negatif enerji” denmektedir. Sağlıklı bir vücutta negatif enerji bulunmadığı ifade edilir. Sağlığı muhafaza eden ve bedeni canlı tutan ve vücutta sinir sistemine benzer bir elektrik sisteminde aktığı düşünülen enerjiye “yaşam gücü” mânâsında “prana” denir. Bu enerjinin, tai chi ve meditasyon gibi yöntemlerle dengelenebildiği, ve kişinin düşünce ve hislerinin, bu enerjiyi önemli ölçüde etkilediği söylenmektedir. Kişiler güya havadan “kozmik enerji” ve topraktan da “yer enerjisi” alabilmekte, olumsuz düşünceler alınan pozitif enerjiyi bozup çabuk tükenmesine yol açabilmektadir.
Biyoenerjinin korunumu diye bir şey söz konusu değildir. İnsanın enerji alanının sonsuz olduğu, ve kullandıkça arttığı söylenir (keşke dünya enerji kaynakları da böyle olsaydı). Stresli kişiler veya fiziksel bir rahatsızlığı olanlar sürekli olarak negatif enerji üretirler. Bu da kişide ağrılara ve psikolojik rahatsızlıklara sebep olur. Negatif enerji, modern veya alternatif tıp tedavileriyle yok edilir. Aşırı pozitif enerjinin de çeşitli hastalıklara yol açabildiği söylenmektedir. Biyoenerji ile yanıklardan mide ağrılarına, tüberkülozdan epilepsiye, stresten şizofreniye kadar biçok hastalığın tedavi edildiği iddia edilmektedir. Bu konuda kitaplar bile yazılmıştır, ve bioenerji pratisyenleri arasında uzman tıp doktorları da vardır.
İnsan vücudu, hücrelerin beyne bağlantısını sağlayan sinirlerle bir ağ gibi dokunmuştur. Bedendeki haberleşmeler bu sinirler üzerinden yapılmaktadır, ve sinirler üzerinden daima tek yönlü olarak akmakta olan ve seviyesi değişebilen enerjiye “sinir sistemi enerjisi” denir. Eski bir Çin öğretisi olan ve vücuttaki 12 meridyeni ve üzerindeki 400 noktayı esas alarak enerji dengesini iğnelerle sağlayan akupunkturun temelini teşkil eden bu enerji soyutlanıp gözlenemez. Onun varlığı vücutta sebep olduğu biyokimyasal değişikliklerden bilinir. İnsan bedeninin içiyle beraber dışına da nüfuz eden bu enerji alanına “aura” denir. İki kişi birbirine yaklaşınca kişilerin biyoenerjileri birbiriyle temasa geçer, ve enerji alışverişine zemin hazırlar. Biyoenerjinin akışı, “irade” ile düşünceyi yönlendirerek kontrol edilebilir. İradenin enerjiyi yoğunlaştırıp tek bir hedefe sevkettiği söylenir. O yüzden kişinin irade gücü, biyoenerjinin etkin kullanımında önemlidir, ve bu güç meditasyon ile geliştirilebilir. Telepati, ruhsal şifa gibi parapsikolojik olaylar, insan bedeninden radyasyonla yayılan biyoenerjiye zihinsel bilgilerin eklenmesiyle izah edilir. Ancak biyoenerji henüz bilimsel olarak anlaşılmış değildir. Ayrıca, burada “enerji” diye adlandırılan ve evrensel bir olgunun parçası olduğu söylenen görülmez şey, herşeyi kuşadan madde dışı “şifa”dan başka birşey degildir.
Biyoenerjinin değişik bir yorumu olan ve 1900’lü yılların başında Japonya’da yaşayan bir rahip tarafından kurulduğu zannedilen Reiki öğretisi, her yerde var olduğuna inanılan “ruhsal yaşam enerji”siyle her türlü hastalığa çare bulunabileceği tezine dayanır. Reiki’nin bioenerjiden farkı, kişinin kendisindeki enerjiyi değil evrenden aldığı enerjiyi dağıtttığına inanıyor olmasıdır. Reiki’nin, biyoenerji gibi, ağrı ve uykusuzluktan kanser ve kalp rahatsızlıklarına kadar bir çok hastalıklara çare olduğu söylenir. Reiki’ciler, başka ülkelerdeki kişilere bile telefonla iyileştirme enerjisi gönderip ağrıları dindirebildiklerini, kanseri tedavi ettiklerini, ve hatta enerji gönderip telefonu bile şarj ettiklerini iddia ediyorlar. Biyoenerji ve Reiki yaklaşımlarını modern bir tarikat olarak görenler de var.
Reiki metodu, önce vücudun yedi bölgesinde bulunan ve “çakra” denen enerjinin yoğun olduğu kilit noktalarının kapalı olup olmadığının ucunda kuartz taşı bulunan bir sarkaçla taşın dönüş hareketine göre tesbit edilmesi, ve sonra da problemli bölgeye enerji verilmesine dayanır[ii]. Bir Reiki seansı esnasında, oturur veya uzanır pozisyonundaki kişi üzerine elle dokunarak enerji aktarımı yapılır. Uygulayıcının bir kanal görevi yaparak, evrensel iyileştirme enerjisini kendine veya başkalarına akmasını sağlayabildiğine inanılır. Daha da ileri gidip Reiki ile üniversite sınavını kazanmak ve bir ev sahibi olmak gibi dileklerinin gerçekleşeceğine inananlar da vardır.
Akupunktur ve Hipnoz: Tıbbî İlaçlar Kadar Etkili
Bir zamanlar gülüp geçilen 3000 yıllık Çin tedavi yöntemi akupunktur, bugün tıp dünyasında gayet saygın bir konuma gelmiştir. Son yıllarda doktorlar tıp dergilerinde akupunktur ile hıçkırıktan uykusuzluğa ve prostat tedavisine kadar başarılı uygulamalar hakkında 100’den fazla makale yazdı. Klinik denemelerde, akupunkturun ağrı gidermede gayet etkili olduğu gösterildi. Denemelerde kontrol gruplarına iğneler ratgele yerlere konarak placebo etkisi elimine edildi[iii].
İngiltere’de Southampton ve Londra Üniversitelerinde yapılan incelemeler akupunkturun beyinde etkili olduğunu, ve ağrı ve acının dindirilmesinde en az ilaçlar kadar etkili olduğunu ortaya koymuştur[iv]. Depresyondan obeziteye, migrenden romatizmaya, tansiyondan cilt rahatsızlıklarına kadar birçok farklı hastalık akupunktur sayesinde tedavi edilebilmektedir. Sadece İngiltere’de yılda iki milyon kişi akupunktur tedavisi görmektedir. Eskiden ABD’de sigorta firmaları akupunktur gibi modern tıpta yeri olmayan tedavilerin masraflarını ödemezdi. Ama son yıllarda çok şey değişti, ve artık ödemektedirler.
Son yıllardaki klinik denemeler gösteriyor ki hipnoz (arzu edilen neticeleri derince hayal etme metodu) ameliyat sonrası ağrı gidermeden kilo vermeye ve hastalıklarin tedavisine kadar bir çok konuda kişilere yardımcı olabiliyor[v]. Tıp dergilerinde yayınlanan birçok araştırma, hipnoterapi uygulanan hastaların standard ilaçların verildiği kontrol gruplarındaki hastalara nazaran ameliyat sonrası daha az ağrı çektiği ve daha çabuk iyileştiğini gösterdi. Benzer şekilde, hipnoterapinin sindirim sistemi bozuklukları tedavisinde normal ilaç tedavisinden daha etkin olduğu görüldü. Araştırmalar, hipnoterapinin kalıcı olarak kilo vermede ve bağışıklık sistemini bastırıp cilt hastalılarını tedavi etmede gayet etkili olduğunu göstermiştir.
Hipnoz, kişiyi telkine açık hale gerirerek çalışır. Derin bir gevşeme modunda kişiye verilen telkinler, normalde şuurun kontrolü altında olmayan fizyolojik faaliyetleri etkilemekte kullanılıyor. New York Presbyterian Medical Center’da Tamamlayıcı Tedavi Merkezi’nin kurucusu dünyaca meşhur kalp doktoru Mehmet Öz, tedavisinde sıkça telkini kullanır, ve “kuvvetli yeni hücreler yerlerini alıyorlar” gibi telkinlerle hastalarını hasarlı hücrelerin tamir olduğu konusunda temin eder. Hayal gücü kuvvetli, güvenen, ve dikkatini odaklıyabilen hastalar hipnoterapiye iyi cevap vermektedirler.
Konuşma, deprasyon tedavisinde ilaçlar kadar ve hatta daha etkin bir tedavi aracı olabilir. Yapılan araştırmalar incelendiğinde görülmüştür ki en az 13 seans süren “çoğunlukla konuşma” terapisi, “çoğunlukla ilaç” tedavisinden daha iyi sonuçlar vermektedir. Ayrıca, psikolog ve sosyal işçiler tarafından verilen terapinin, psikiyatristler tarafından verilen terapi kadar etkili olduğu görülmüştür. 2003’de sadece ABD’de deprasyon ve ve diğer psikolojik rahatsızlıkları tedavi için 12.4 milyar dolarlık ilaç satıldığı, ve ilaçların yan etkileri dikkate alınırsa, konuşma ile tedavi alternatifinin önemi daha da iyi anlaşılır[vi].
İyimserlik ve Pozitif Düşünce: Tedaviye Çarpan Etkisi
28 Kasım 2005 tarihli bir Associated Press raporunda beklentinin sağlığı sadece psikolojik olarak değil aynı zamanda fiziksel olarak da etkilediği ifade edildi. Bugün düşünce sonucu beyinde oluşan değişiklikler – tabiî ağrı kesici kimyasal maddelerin (endorphin) salgılanmasından nöronların ateşlemesine kadar – ölçülebiliyor. Mesela morfin enjeksiyon makinalarına bağlı hastalarda, hastalar morfinin enjekte edildiğini bildiklerinde etkisi %50 daha fazla olduğu tesbit edildi. Placebo verilen hastalara ağrı kesici verildiği söylenince, kişilerin beyinlerinin ilave endorphin (sinir hücreleri arasındaki bağı kesen doğal bir ağrıkesici) salgıladığı gözlemlendi, ve kişiler kendilerini daha iyi hissettiklerini ifade etti. Alzheimer hastalığı kişiyi beklenti kabiliyetinden arındırdiğinda ise ağrı kesiciler eskisi kadar tesir etmemekte, ve aynı rahatlama için, daha yüksek dozda ilaç gerekmektedir. ABD Colombia University neuroscientisti Dr. Tor Wager’in ifadesiyle, “Beklentinin, kişinin beyni ve sağlığı üzerinde derin etkileri vardır.”
University of Maryland’dan Christian Stohler’e göre de “Placebo verildiğinde, beynimiz gerçekten ilaçlanıyor. Daha da ilginci, bazı beyinler bu ağrı kesme etkisini çok daha iyi simule edebiliyorlar.”
Tedavi hakkında iyimser veya kötümser bakışın tedavinin sonucunu etkilediği artık tibbî bir gerçek. Sırt ağrısı için masaj ve akupunktur tedavisi görenler arasında yapılan araştırmada, uygulanan tedavi hakkında iyimser olanların çok daha iyi sonuç aldıkları görüldü. İyimserlerde iyileşme oranı %86 iken tedavi hakkında kötümser olanlarda iyileşme oranı %68’de kaldı. Yani “bakış acısı” iyileşmede 18 puanlık bir fark yarattı[vii].
Şifa Nedir?
Modern tıbbın “tamamlayıcı tıp” ve “alternatif tıp” karşısındaki pozisyonu, kafakarışıklığı ve şaşkınlık olarak özetlenebilir. Modern tıp, sağlam bir bilimsel dayanağı olmadığı için biyoenerji ve Reiki iyileştirme sanatlarına haklı olarak mesafeli durmaktadır. Ancak mahiyeti hala tam olarak bilinmediği halde akupunkurun modern tıpta kazandığı itibar dikkate alınırsa, bugün şüphe ile bakılan birçok yaklaşımın ileride genel kabul görmesi gayet mümkündür. Bu kargaşalığın arkasında yatan sebep ise en temel bir kavram olan “şifa”nın mahiyetinin ne olduğunun bilinmemesidir. O yüzden, önce şifanın ne olduğunu anlamak lazımdır.
Bir varlığın parçalarında olmayan bir şey bütününde de olamaz. Eğer varsa, başka yerden geliyor demektir. O halde şifa, madde-dışı bir şeydir, yani mânâdır, ve böylelikle zaman ve mekana tabi değildir. Yani hiçbir yerde olmadığı halde her yerdedir. O zaman evrende madde-enerji katmanıyla beraber bir de yaygın bir “şifa” katmanı olması lazımdır, ve bu şifa yayınını alıp verebilen her şey – maddî olsun manevî olsun – ilaçtır. Aynen, görmediğimiz halde çevremizde yaygın olarak var olan televizyon yayınını alıp ekrana verebilen herşeyin televizyon olduğu gibi. Yani hareketli görüntü için televizyon ne ise, şifa için de ilaç odur. Böyle genel bir tanım, tıbbın ve tedavinin önünü açar, ve önümüze çok sayıda seçenekler sunar. Anlıyamadığımız ve izah edemediğimiz bir çok şeyi de – söz veya telkinin ilaç kadar ve hatta daha fazla iyileştirme etkisi olabilmesi gibi – anlamamıza yardımcı olur. Bu mânâyı gayet iyi hisseden eski Yunanlılar, bu katmana “şifa tanrısı” Apollo veya Asclepius olarak kutsiyet vermişlerdir. Nitekim şifa tanrısının sembolü olan birbirine sarılmış iki yılan, modern tıbbın da sembolü olarak adapte edilmiştir.
Kendisi bir mânâ olan şifanın taşıyıcısı madde gibi mânâ da olabilir, ve dolayesi ile bir ses titreşimi veya iyi bir dilek veya telkin de ilaç olabilir. Yani,
İlaç = hap, şurup, enjeksiyon (madde), söz, müzik, iyi dilek, telkin (mânâ) + şifa
Böyle bir genellemeden sonra söz, müzik, akupunktur, ve hatta iyi dilek veya olumlu bakış açısının bildiğimiz ilaçlar kadar etkin bir şifa kaynağı olmasına engel olacak hiçbir şey yoktur – yeter ki kontrollü gözlemler bunu teyid etsin. Böylelikle, biyoenerji ve Reiki iyileştirme yöntemlerinin – uzaktan tedavi de dahil olmak üzere – gayet mümkün olduğunu, ama bunun enerji gönderme ile hiçbir alakası olmadığını söyleyebiliriz.
Şunu da belirtmek lazımdır ki bir zamanlar ciddiye alınmayan akupunktur, meditasyon, bitkisel ilaçlar, ve diğer alternatif tıp uygulamaları artık tıp fakültelerinin müfredatlarında yerini almaktadır. 2002’deki bir araştırmada ABD’de halkın üçte birinden fazlasının alternatif tıbbı denediğini ortaya koymuştur. İlaç olmayan placebo’ların bazı insanlar üzerinde ilaçlar kadar etkili olması da düşündürücüdür, ve nazar ve bakış açısının ne kadar önemli olduğunu gösterir. Bazı itirazlara rağmen ABD’de tıp fakültelerinin büyük çoğunluğu, son olarak Pensylvania State University olmak üzere, öğrencilerine halk arasında popülerliği gittikçe artan alternatif tıbbı öğretiyor, ve bu konularda ortak araştırma programları kuruyor. Mesela Penn State’de araştırılacak konular arasında en yeni beyin görüntüleme teknolojilerini kullanılarak bitkisel ilaçlar, akupunktur, ve hatta dua’nın insanları nasıl daha iyi hissettirdiği de var[viii].
Kapanış
Çevremizi ve varlıkları algılamamızda genellikle 5 temel duyumuza (görme, işitme, koklama, tatma, ve dokunma) dayanırız. Bu beş duyu da maddeyle ilişkilidir. Yani maddesi olmayan bir şeyi (akıl ve sevgi gibi) göremeyiz, ve yine maddesi olmayan şeylere dokunamayız. Bunun sonucu olarak maddeyi gerçek varlık, maddesi olmayan şeyleri de adeta hayalî varlıklar veya maddî etkileşimlerin tezahürleri olarak görürüz. Aslında madde olarak algıladığımız herşey – atomaltı parçacıklardan galaksilere, mikroplardan insana kadar – madde ve mânâ karışımıdır, ve adeta madde ve mânâ iplikleriyle dokunmuş bir kumaştır. Ve esas olan madde değil, mânâdır. Madde sadece mânâların beş duyumuz tarafından algılanmasını mümkün kılan kılıf veya elbisedir. Yani mânâ öz, madde is kabuktur. Mânâ zaman ve mekân üstü, madde is zaman ve mekâna ve dolayesi ile fizik kanunlarına tabidir.
Günümüz bilim dünyasının ciddî bir saplantısı, herşeyin kaynağının madde veya onun eşdeğeri enerji olduğu önkabulüdür. Bu da bilimde tıkanmalara ve çıkmazlara yol açmaktadır. Bilim dünyası artık fark ve itiraf etmelidir ki maddenin temel yapıtaşı olan parçacık veya enerji dalgasında kuvvet, irade, hayat, şuur, görme, sevgi, güzellik, şifa, vs gibi şeyler yoktur, ve temel yapıtaşlarında olmayan bütününde olamaz. Varsa parçalarından değil dışarıdan geliyor demektir. Artık evrenin madde-enerjiden oluşan tek katmanlı olduğu yaklaşımının bırakılıp çok katmanlılık, yani varlıkların madde ile beraber kuvvet, irade, hayat, şuur, görme, sevgi, güzellik, şifa, vs gibi birbirinden bağımsız madde dışı yani mânâ katmanlarından oluştuğu görüşü ciddî olarak dikkate alınmalıdır. Bu görüş, positif bilimlarin kaynağı olan gözlemlerle tam uyumludur. Evrenin büyük patlama öncesi madde-enerjisinin kaynağı gibi, bu katmanların kaynağı tartışmaları da felsefe ve teolojiye bırakılabilir.
Büyük patlama öncesi nokta halinde bir madde-enerji katmanının varlığıyla bir problemi olmayan ve katmanın kaynağını sorgulamıyan modern bilimin, şifa gibi madde-dışı katmanların varlığıyla ilgili bir problemi olmaması gerekir – yeter ki gözlem ve deneylere bir aykırılık söz konusu olmasın. Zannedilenin aksine bilim, kaynağı belirsiz şeyleri kabulde zorlanmaz, ve üzümler gözlenebildiği sürece “üzümünü ye, bağını sorma” yaklaşımından çekinmez. Mitoloji, etkisi maddeye nüfuz eden şifa katmanını bir tanrıyla sembolize ederek ona bir kutsiyet atfeder. Semavî dinler ise şifayı Allah’ın şifa veren mânâsında şâfi isminin bir tecellisi olarak görür. Öyle görülüyor ki şifa katmanı yaklaşımı din ve bilim odaklı değişik görüşlerin ortak noktasını teşkil etmekte, ve birleştirici bir rol oynamaktadır. Bilimin kaynağı olan gözlemlerle tam uyumlu olan bu yaklaşım iç barış ve işbirliğinin tesisine de olumlu katkı yapacak, ve daha derin anlayışı netice verecektir.
[i] Vatan Gazetesi, 25 Ağustos 2005.
[ii] Sabah Gazetesi, 5 Aralık 2004.
[iii] When Acupuncture May Help,” Consumer Reports on Health, May 2004.
[iv] Vatan Gazetesi, 2 Mayıs 2005.
[v] “Medical Uses of Hypnosis,” Consumer Reports on Health, Feb. 2004.
[vi] Consumer Reports, October 2004, www.consumerreports.org.
[vii] Kalauokalani D, et al. “Lessons from a Trial of Acupuncture and Massage for Low Back Pain,” Spine, July 1, 2001. Consumer Reports on Health, January 2007.
[viii] Joanne Loviglio, Schools Opening up to Alternative Medicine”, Associated Press, June 5, 2005.