GÜVENLİ BİR GELECEK İÇİN İNSANİ DEĞERLER
GİRİŞ
İnsanlar birlikte yaşamaya ve ihtiyaçlarını gidermek için birbiriyle alış-veriş yapmaya muhtaçtırlar. İnsan önce ve en çok kendini sever, ve menfaatine düşkündür. Bazen küçük bir menfaati için başkalarının büyük zarar görmesine bile razı olur. Sosyal hayatta barış ve huzurun temini adaletle olur. Ama kişilerin aklı çok defa menfaatin hizmetine girer, ve kendi menfaatine taraf olacağı için adalet edemez. O yüzden genel bir akla, ve ona dayanan kanun ve kurallara ihtiyaç vardır. Adaleti temin ve toplumsal huzuru tesis için genel akla dayanarak toplum ve iş hayatındaki davranışları düzenlemeye yönelik kural ve kaidelere ‘etik değerler’ veya ‘ahlaki değerler’ denir.
İnsan, insan olması hasebiyle, şefkat vasıtasıyla, başkalarının sevinciyle sevinir, ve onların elemiyle üzülür. Yardımlaşma gibi vicdana dayanan ve adaleti aşıp ihsan boyutuna ulaşan davranışlara da ‘insani değerler’ denir. Tüm araştırmaların gösterdiği gibi, etik veya ahlaki değerlerin en büyük, en yaygın, ve en etkin kaynağı dindir. Eskiden din kurumu tek başına bu değerleri sağlamaya ve canlı tutmaya yeterli idi. Ancak modernitenin yükselmesiyle din geri planda kaldı, ve ortak ahlaki değerlerde oluşan boşluğu seküler eğitimle doldurma ihtiyacı doğdu.
Dünyada her meslek gurubunun tabi olduğu bir etik değerler kodu vardır, ve bu değerlerin öğretilmesi o meslek eğitiminin bir parçasıdır. Örneğin ABD’de mühendislik programlarını akredite etmede esas alınan ABET 2000 kriterleri bu şarta şöyle vurgu yapar: “Kriter 3, Program çıktıları ve değerlendirme: Kurumlar, mühendislik programları mezunlarının: (f) Profesyonel ve etik sorumluluklar hakkında bir anlayışları olduğunu göstermek zorundadırlar.” Benzer şartlar diğer meslek guruplarında da vardır.
OKUL ÖNCESİ VE SONRASI DEĞERLER EĞİTİMİ
Eğitim, örgün (sistemli bir şekilde okullarda ve okul yaşındaki çocuklar için), yaygın (talep üzerine açılan ve yetişkinler dahil her yaş gurubuna hitap eden), ve informel (sistematik olmayan ve insanların günlük yaşam süreçleri esnasında okuyarak, gözlemliyerek, tecrübe ederek, dinliyerek, veya akıl yürüterek öğrenmesi) olmak üzere üç gruba ayrılır. Araştırmalara göre, insanların sahip oldukları bilgilerin %90’ının kaynağı informel eğitimdir – yani insanın günlük yaşam esnasında ‘yaşam boyu öğrenim’ kapsamında öğrendiği şeylerdir. O yüzden öğrenmede en büyük pay yaşam boyu öğrenmeye aittir, ve bu, değerler öğretiminde de böyledir.
Değerler, davranışlarımıza rehberlik eden prensiplerdir. Değerlerin kaynağı inançlardır. İnançların da en etkini yüksek bir otorite ile ilişkilendirilen dini inançlardır. İnançların mantıksal bir çerçeveye oturuyor olması şart değildir, ve hatta mantığa tamamen zıt da olabilir – 13 sayısının uğursuz olduğuna inananların 13ncü katta veya 13 numaralı koltuğa oturmaktan kaçınması gibi. Zihinlerin saf olduğu ve muhakemelerin yeterince gelişmediği için iyi ve kötü fikirlerin zihinlerde kalıcı iz bıraktığı çocukluk yılları kalıcı değerler oluşumunda en önemli yıllardır. Bu erken yıllarda edinilen değerleri sonradan değiştirmek çok zordur. O yüzden okul öncesi eğitim ve takibeden ilköğretim değerler oluşumunda en önemli safhaları oluşturur.
Çocuklar akıl yürüterek değil taklit ederek öğrenir, ve gördüklerini bir fotoğraf filmi gibi alır. Çocuklar değerleri örnek alarak aldıklarından, değerleri öğretmede en etkin yol örnek olmaktır. Hatta denebilir ki bir çocuğun değer yargıları, büyük etapta anne babası, aile büyükleri, komşuları, ve ilköğretimdeki öğretmen ve arkadaşlarının değer yargılarının bir bileşkesidir. Tabi bu teknoloji çağında listeye televizyon, internet, ve çocuğun okuduğu yazılı malzemeler ve hatta dinlediği müzikler de eklenmelidir. Bütün bunlar, çocukların karekter oluşumunda arkadaş, kitap, vs seçiminin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Cenap Şehabettin’in dediği gibi, “Mide için lokma ne ise, beyin için fikir odur. Hepsi beslemez, bazıları zehirler.” Bu yaklaşım, çocukların seyrettiği diziler ve oynadıkları oyunlar için de geçerlidir. Batı ülkelerindeki yaygın hamburger kültürünün kökleri, çocukluk yıllarında seyredilen ve mutlulukla özdeşleştirilen fast food reklamlarında aranmalıdır. Ayrıca, zaman bireysellik ve hürriyet zamanıdır, ve kişiliği gelişmiş olan ergenlere orta ve yüksek öğrenim dönemlerinde değer empoze etmeye kalkmak ters tepki yaratacaktır.
Değerlerin büyük oranda küçük yaşlarda şekillendiği ve insani değerlerin en etkin kaynağının din olduğu dikkate alınırsa, küçük yaşlarda ve hatta okul öncesinde din eğitiminin ne kadar önemli olduğu oraya çıkar. O yüzden ilköğretim yıllarındaki din eğitimine konan engeller derhal kaldırılmalıdır. Aksi taktirde yeni neslin değerlerimizden uzaklaşma süreci hızlanarak devam edecek, ve çocuklarımız bize yabancılaşacaklardır. Kaldı ki, laik olduğunu iddia eden bir devletin din eğitimi önüne engeller koyması, din eğitimini kontrol etmesi, ve hatta din eğitimini kendi tekeline almaya kalkması laik devlet anlayışıyla tabana tabana zıttır. En iyi örneğini ABD’de gördüğümüz modern laiklik anlayışında, ailer çocuklarına istediği din eğitimini, istediği yerde, istediği zaman, ve istediği kişi ve kurum aracılığıyla verir. Bu, temel bir insanlık hakkıdır, ve devletin din ve vicdan özgürlüğü sahasına hiç bir şekilde müdahale etme hakkı yoktur. Ayrıca, Batı ülkelerinde dini, çoğulculuk anlayışı içinde cemaatler temsil eder. Örneğin Hırıstiyanlığın belli bir yorumunu temsil eden Katolikler dini bir camaattir, ve üzerlerinde hiçbir devlet kontrolü yoktur. Dini cemaatlere yapılan bağışlar da vergiden düşülür. ABD’de ilk ve orta öğrenimin yapıldığı 97 bin devlet okulunun yanında 7400 katolik okulu da vardır, ve bu okullarda papaz ve rahibeler öğrencilere din dersi de verip dini değerleri öğretirler. Aynı hak müslüman okulları için de söz konusudur. Bizde ise çocukların aynı amaç için gönderildiği Iman Hatip Okulları meslek okulu kapsamında görülmekte, ve en temel bir hak olan dinini öğrenme ve öğretme hakkı ihlal edilmektedir. Modern dünyada laikliğin en katı yorumunu temsil eden Fransa’da bile isteyen aile çocuğunu ilk ve orta öğretim için dini okullara göndermekte, ve bunun ücretini devlet ödemektedir.
Yine ABD de 1 milyonu aşkın öğrenciye okullarda değer erozyonuna uğramamaları için aileleri tarafından evde eğitim verilmektedir. Ayrıca, her Pazar kiliselerde çocuklar dahil tüm aile üyelerine din dersi verilmektedir. Türkiye’de devlet daha demokratik bir açılımla bu çağdaş demokrasi çizgisini yakalamayı amaçlamalı, ve camileri manevi değerler için bir yaşam ve eğitim merkezi haline dönüştürme projesini başlatmalıdır. Böylelikle ailelerin çocuklarına etkin bir değerler eğitimi vermesinin önü açılmalıdır. Örneğin hafta içi bir akşam ve/veya hafta sonu belli saatlerde imamlar camilerde çocuk ve hatta aileler için din dersi başlatabilir – aynen Türkiye’de azınlık cemaatlarinin kendi üyelerine kiliselerde din eğitimi verdikleri gibi. Bu yapılınca okullardaki zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersi de tüm dinlerin ve kültürlerin ortak bir zeminde taraf olmadan öğretildiği gerçek manada bir ‘kültür’ dersine dönüştürülebilir. İmamların mümkün olduğunca İlahiyat Fakültesi mezunu olmaları şartı aranmalı, İmam Hatip liseleri meslek okulu kategorisinden çıkarılmalıdır – aynen öğretmen liselerinin meslek okulu kategorisinden çıkarıldıkları gibi.
TEMEL ORTAK PROBLEM: DEMOKRASİ EKSİKLİĞİ
Görünüşte Türkiye’nin laiklik, Kürt, ve alevilik gibi çözümsüzlüğe mahkum edilmiş bir çok sorunu var gibi görünse de aslında Türkiye’nin sadece bir tek sorunu vardır, ve o da demokrasi kıtlığıdır. Dindarlarla olan problemin temelinde dine tahammülsüzlük, dini evlerde dört duvar arasına hapsetme, ve dindarları inkar etme vardır. Kürtlerle olan sorunun temelinde Kürtleri inkar ve Kürtçe’yi yok sayma, ve Alevilerle olan sorunun temelinde de Alevileri bir inanç gurubu olarak görmezden gelmede ısrar vardır.
Türkiye gözünü kapayarak hiç bir problemin yok olmıyacağını artık görmeli ve gerçeklerle yüzleşme cesaretini göstermelidr. Türkiye laikliği modern dünya gibi yorumlasa ne ‘irtica’ tehlikesi kalır ne de ‘Alevilik’ derdi – aynen Ortaçağ karanlıklarının yaşandığı eski kıtada demokrasinin yerleşmesiyle böyle bir derdin kalmadığı gibi. Örneğin ABD’de başörtülü bayanlar üniversiteye laikliğe rağmen değil laikliğin gereği olarak girerler, ve bir kişinin dini kisveyle üniversite girme hakkı din ve vicdan hürriyetinin bir parçasıdır.
ABD’de nüfusun %15’i İspanyol asıllıdır, ve bunların bir kısmı yeterli İngilizce bilmez. Ama ABD resmi dili İngilizce olmasına rağmen İspanyolca’yı tanır, ve onlara kendi dillerinde eğitim, basın, yayın gibi her hakkı verir. Hatta bir çok devlet kurumunun web sitesinde bir düğmeye basarak sitedeki tüm bilgilere İspanyolca olarak ulaşılabilir. Bir çok firma reklamlarında ‘İspanyolca konuşulur’ ibaresini kullanır ve böylece İngilizcesi zayıf olan müşterileri çekmeye çalışır. Bunun sonucu olarak da ABD okullarında en rağbette olan yabancı dil İspanyolca’dır. Çünkü İspanyolca bilmek bilhassa Güney eyaletlerinde ve Kaliformiya’da çalışmayı düşünenlere ciddi bir avantaj sağlar. Sonunda, ABD’de kendini ‘Hispanik’ olarak tanımlıyan 45 milyon İspanyol asıllı Amerikalı vardır, ama ‘İspanyol sorunu’ yoktur. Acaba Türkiye bugüne kadar Kürtleri inkar ederek onbinlerce gencini ve yüz milyarlarca doları telef etmekten ve bölünmenin eşiğine gelmekten başka neyi kazandı? Ve ABD’deki demokratik yaklaşımı Kürtlere gösterse (ki bizim Irak ve Yunanistan gibi komşu ülkelerdeki Türklere gösterilmesini istediğimiz yaklaşımdır) Kürtlerin Türkiye’ye bağlılığını kazanıp aidiyet duygusunu pekiştirmekten ve PKK bataklığını kurutmaktan başka neyi kaybeder?
ÖĞRETMEN ATAMALARI VE KPSS SINAVI
Çocuklara rol modelliği yapan ve davranışlarıyla binlerce öğrenciye değerler eğitimi verme konumunda olan öğretmenler, bilhassa ilkokul öğretmenleri, karekter değerlendirmesinden geçirilerek göreve alınmalıdır. Yeni atamalarda kontratlar birer yıllık olmalı, ve yetersiz performans gösteren ögretmenlerin kontratları yenilenmemelidir. Unutulmamalıdır ki kurda merhamet kuzuya zulümdür. Bu etapta, KPSS sınavı puanlarına dayalı öğretmen atama çılgınlığına son verilmelidir. Türkiye’de hayatın neredeyse her safhasını etkisi altına alan ve etkinlik ve verimliliği dibe vurduran puana dayalı değerlendirme sistemi eğitim fakültelerindeki eğitimi de olumsuz etkilemekte, ve öğretmen adayları – müzik ve beden eğitimi ögretmen adayları da dahil – okulun son yıllarında kendi dersleri yerine KPSS sınavına çalışmaktadırlar. Ancak KPSS sınavının öğretmenlik mesleğiyle pek bir ilgisi yoktur, ve bu sınav öğretmenlik mesleği ile alakalı hiçbir beceriyi ölçmemektedir. Hiç bir özel okul KPSS puanına dayalı olarak öğretmen almayı aklına bile getirmemektedir.
Aklı ve bilimi rehber edinen ABD’de değişik puan ve yüksek başarı sertifikaları öğretmen adaylarına sadece mülakat hakkı kazandırır. Bir komite önünde detaylı bir mülakata tabi tutulmadan hiç bir kişiye öğretmenlik teklif edilmez. Teklif edilenlere de meslek ehliyetini ispatlamadan uzun süreli kontrat sunulmaz. Öğretmenlerde öncelikle aranan beceriler sosyallik, iletişim, pozitif enerji verme, problem çözme, uyuşmazlık giderme, motive etme, sağlam bir karekter sahibi olma, psikolojik takıntılardan uzak olma gibi beceri ve özelliklerdir ki bunlar KPSS ile değil ancak yüz yüze mülakat ile ölçülebilir. Hatta çoğunlukla KPSS başarısı ile sosyallik ve iyi iletişim kurma gibi beceriler ters orantılıdır. Mülakata gelen öğretmen adaylarına öğretmen, veli, ve öğrenci temsilcilerinin de olduğu bir komite huzurunda bir ders veya seminer verdirilmeli, ve değerlendirmede izleyici önündeki bu performansa ağırlık verilmelidir. Her okula yer yıl 10 öğretmen adayını bu şekilde karma bir komite tarafından değerlendirme görevi verilse ve sonuçlar okul müdürlüklerince ilgili makama bildirilse, ve yeni mezun öğretmen tayinlerinde KPSS yerine bu okul komite değerlendirmesi ile beraber üniversite notları ve stajyerlik başarı puanları esas alınsa, KPSS’den çok daha isabetli olmaz mı? Ve eğitim fakültelerindeki ögrencilere doğru mesaj verilmez mi?
Milli Eğitim Bakanlığı öğretmen atamalarında akla dayalı özel okul ve modern dünya uygulamalarına sırtını dönerek mülakat yerine KPSS puanına göre öğretmen atayarak adeta yüksek sesle ‘insanlara güvenilmez’ mesajını vermektedir. Zaten öğretmenlerin maruz kaldığı sıkı denetim ve okul müdürlerinin yetkisizliği bu güvensizliği daha da görünür hale getirmektedir. Nitekim öğrenciler arasında yapılan araştırmalarda insanlara güvenenlerin oranı 2004’te %7’den 2007’de %5’e düşmüştür. İnsanlara güvenenlerin oranı eğitim seviyesi yükseldikçe düşmektedir. Yani okullar öğrencilerine bir değer olarak güveni değil adeta güvensizliği öğretmektedir.
Eğer devlet okullarında öğretmenlerin daha saygın ve kaliteli olması isteniyorsa, kararları bilgisayarların değil insanların vermesinin önü açılmalıdır. Belli değerlendirme prosedürleri geliştirilerek de muhtemel suistimaller asgari düzeye indirilebilir. Bu konuda belediyeler iyi bir örnek oluşturmaktadır: Yerel yönetimlerde idareciler yerel olarak belirlenir, ve ciddi bir suistimal potansiyeli vardır. Ancak tüm rizklere ve göreve gelenlerin acemiliğine rağmen Türkiye’de beldelerimiz görünüm ve hizmet kalitesi olarak Avrupa’dan pek de geri kalmazlar. Eğer belediyelere güvenilmeyip tüm belde hizmetleri Ankara’dan KPSS puanına göre atanan kaymakamlık elemanlarınca yapılacak olsaydı, acaba bugün beldelerimiz ne halde olurdu?
SBS SINAVI VE DEĞERLER EĞİTİMİ
Öğretmen atamalarında KPSS sınavı ile ilgili olumsuzlukların benzerleri ilköğretimde SBS sınavı ile ilgili olarak yaşanmaktadır. Sınav yoluyla ölçme ve değerlendirme tüm dünyada standart bir uygulamadır, ve ABD’de bile SBS türü ulusal sınavlar vardır. Ancak orada ulusal veya bölgesel sınavlar normal bir dersin yıl içi sınavı gibi hiç bir başvuru yapmadan her öğrenciye kendi sınıfında ve okulundaki öğretmenler tarafından verilir. Sınavların gayesi de öğrencileri sıralamak değil değişik konularda belirlenen beceri hedeflerine ne derece ulaşıldığını ölçmek, ve eksikleri olan öğrenci ve kurumları belirleyip eksikleri telafi yoluna girmektir. Yani sınavlar öğrencilerden ziyade öğretmen ve okul yöneticileri için bir stres kaynağıdır. Aileler de kendi çocuklarının okul ve bölge içindeki izafi performanslarını görüp ona göre gerçekçi bir beklenti içine girerler. Gerekirse belli konularda özel destek alırlar.
ABD’de ihtiyaç olunca kısa süreli özel ders alma vardır, ama okuldan sonra veya hafta sonları dersaneye gitme diye bir kavram yoktur. ABD’de 20 yıldan fazla kalan ve iki çocuğunu da orada ilkokula gönderen biri olarak, ABD’de ‘Dersane’ diye bir tabela ne gördüm ve ne de duydum (özel müzik ve spor dersleri veren yerler bahsimizin dışındadır). Zaten ABD’de ilköğretimi bitirenler kendi mahallelerindeki liseye gitmek zorundadırlar. Böylece servis araçlarında trafikte uzun saatler geçirme derdi de yoktur. Başka bir mahalledeki daha iyi olarak bilinen bir liseye gitmenin yolu, o mahalleye taşınmaktır. Liselerde ders geçme sistemi vardır, ve kimi öğrenci fen ağırlıklı dersler alırken kimisi sosyal, kimisi de sanat ağırlıklı dersler alır. Yani genel liseler aynı zamanda bir meslek, sanat, ve spor lisesidir ve her lisenin bir çok spor dalında aktif takımı vardır. O kadar ki bir spor dalında yer almıyan öğrenci neredeyse hiç yoktur. Lise öğrencilerinin büyük çoğunluğu kendi okulunda veya bir bölge okulunda bir veya bir kaç meslek dersi de alır, ve genel liseyi bir meslek sahibi olarak bitirir (veya 16 yaşına gelince isterse liseyi terkeder). O yüzden istiyen her lise mezunu üniversiteye girebilmesine rağmen mezunların üçte biri 2 veya 4 yıllık bir üniversiteye başvurmaz bile.
İlaç ile zehir arasındaki fark, dozajıdır. Bizde SBS türü sınavları zehir yapan unsur, sınavların eğitimin merkezine oturması ve eğitimin tek çıktısının ve öğrenci başarısının tek ölçütünün bu sınavdan alınan puanın olmasıdır. Sonunda maddi gücü olanlar bu sıralamada daha yukarılara tırmanmak için çocuklarını dersanelere koşturmakta, ve bu imkanı olmıyan çoğunluk ise baştan kaybetmişlik psikolojisine bürünmektedir. Sonunda öğrenme heyecanının yerini olumsuz rekabet, küskünlük, kıskançlık, gerginlik, ümitsizlik, yetersizlik, başarısızlık, ve hatta kızgınlık gibi olumsuz hisler almaktadır. İtibarın tek kaynağının para olduğu ve zenginlerin kıral gibi muamele görüp fakirlerin horlandığı bir toplumda değerlerden ve değer eğitiminden ne kadar bahsedilebilir?
Temel değerin puan olduğu ve herkesin değerinin SBS türü sınavlardan aldığı puanla ölçüldüğü ve zihinlerin test ve sınavlardan başka bir şeyle meşgul olmadığı bir ortamda acaba değer eğitimi ne derece etkin olur? Öğrencilerin sıralamada birbirinin önüne geçme telaşında olduğu bir ortamda yardımlaşmayı mı öğreteceğiz, sevgiyi mi, veya empati yapmayı mı? Arşivleri sahte sağlık raporları ile dolu olan okullarda doğruluk eğitimi mi vereceğiz? (Bazan merak ediyorum, acaba okullarda devam mecburiyeti olmasa ne olacaktı?) Raporlarla sahtekarlığı meşrulaştırdığımız gibi, her sabah ‘Türküm, doğruyum, ..’ nakaratı ile de yalanı da sıradanlaştırmış bulunuyoruz. Toktamış Ateş gibi tarih uzmanları okullarda öğretilen resmi tarih ile gerçek tarih arasında ciddi tezatlar olduğunu söyleye dursun, biz ulus devlet oluşturma yolunda ve herkesi aynı tornadan çıkmış parçaya döndürme telaşında yalan da olsa hala resmi tarihi öğretmeye devam ediyoruz. Ve bunu haklı çıkarmak için başka ülkelerin de böyle yaptığı yalanına yapışıyoruz. Özümüz ile sözümüz aynı olmadığı sürece çocuklara dürüstlüğü nasıl öğreteceğiz?
Ögrencilerine sigara içmemeyi telkin eden bir öğretmenin yapması gereken ilk iş sigarayı bırakmaktır. Milli Eğitim Bakanlığı da değerler eğitimine başlamadan önce müfredattan tüm yalanları ayıklamalı ve başta sahte sağlık raporları olmaz üzere sahtekarlığı kurumsallaştıran uygulamaları önlemenin yolunu bulmalıdır. Sonra, ilköğretimin bilhassa son yıllarında eğitimi felç eden SBS türü ulusal sıralama sınavlarına gerek bırakmıyacak düzenlemeleri devreye sokmalıdır. Meslek liseleri dışında, isimleri ne olursa olsun genel liseden fen liselerine ve ögretmen liselerine kadar tüm liselerin temel hedefi ve tek başarı ölçütü ÖSS sınavındaki başarıdır. Kuruluş misyonlarını kaybetmiş ve aslında aynı tip olan bu liseleri tek tipe çevirerek (örneğin Anadolu Lisesi) herkesin kendi mahallesindeki liseye gitmesi sağlanmalıdır. Böylelikle SBS’ye gerek kalmıyacağı için en azından ilköğretim kurumlarında gerçek eğitime dönülmesinin yolu açılmış olacaktır.
SBS sınavının adaleti sağladığı tezi de yanıltıcıdır, ve evernsel bir değer olan adalete zıttır. Çünkü büyük çoğunluğu madur ve mahzun etmektedir. Acaba SBS sınavını kazanamıyanların kolunu bacağını parça parça edeceğimizi önceden ilan etsek sonra da bunu yapsak, bu adil olur mu? Peki, küçük bir azınlık komşularıyla aynı mahalle okuluna gitme yerine elit okullara gidebilsin diye sınavı kazanamıyan 14 yaş gurubundaki büyük körpe çoğunluğun vakar, özgüven, itibar, geleceğe bakış, ümit gibi manevi uzuvlarını parça parça ederek onları adeta manevi mevtalara çevirmek acaba ne kadar adildir?
SBS’nin kaldırılması uygulamasına elit bir azınlık karşı çıkacaktır. Ama bu düzenleme bu elit çevrenin yarış atına dönüşecek olan çocuklarına da büyük bir iyilik olacaktır. Liselerin çoklu müfredatlı tek tipe çevrilip SBS’nin kaldırılması fikri en kısa zamanda hayata geçirilmelidir. Ulusal sıralanma stresinden arındırılmış okullarda değerler eğitimi hastane, hapishane, ve yaşlılar evlerine yapılan gerçek dünya ziyaretleri ve rol oyunlarıyla çok daha etkin ve zevkli olarak yapılabilecektir.
AHLAKİ (ETİK) DEĞERLERİN TEMELİ: MENFAAT VEYA FAZİLET (ERDEM)
Materyalist dünya görüşüne göre insan akıllı bir hayvandır. İnsan da hayvan gibi maddi bir bedenden ibarettir. Hayat bir mücadeledir. Yaşamak için kuvvetli olmak lazımdır. Zayıf olan ezilir ve yok olur. Gaye maddî menfaattir. İlişkilerde “şahsi menfaat” ve “millî menfaat” esastır. Bir ABD özdeyişinde ifade edildiği gibi, ‘There is no such thing as free lunch’ yani ‘Bedava öğle yemeği diye birşey yoktur.’ Hedef, arzu ve ihtiyaçları tatmin edip rahat içinde yaşamaktır, ve alınan toplam hazzı maksimize etmektir. Akıl, menfaat sağlama mücadelesinde kıymetli bir alettir.
Bireysel menfaati bencilce azamî seviyeye çıkarma mücadelesinin neticesi çatışmadır. Çatışma ise herkesin menfaatine zıttır. Çatışmayı önlemenin yolu, mutabakat sağlayıp toplumsal menfaati ön plana çıkarmaktır. Çünkü toplumsal menfaat pastası büyüdükçe, herkese daha büyük bir pay düşecektir. Toplumsal mutabakat sağlamanın ve hayatın tadını kaçıran çatışmayı önleminin yolu da adaleti esas almaktır. Akıl, bunu gerektirir. Toplumsal mutabakatın neticesi de kanun ve kurallardır. Etik veya ahlaki kurallar bunun bir alt grubudur. Akla dayalı etik kurallar toplumsal barış ve huzurun, barış ve huzur da menfaatların korunması için bir gerekliliktir. Aksi taktirde hayat zehir olur, ve herkesin menfaati tehlikeye girer.
Buradan çıkarılabilecek olan sonuç, dünya hayatına da en yüksek menfaati moral değerlerin sağladığıdır. Ancak modern dünyada, moral değerlerin kaynağı olan dinin geri planda kalmasıyla bir boşluk oluşmuştur. Etik değerlerin tesisi, bu boşluğu laik bir çerçevede doldurma gayretidir.
Materyalist yaklaşımda menfaat amaç, etik kuralların sağladığı zemin araçtır. O yüzden menfaat ve etiklik çatışırsa, zemin kayması mümkündür. Küçük hesaplar sonucu böyle bir zemin kaymasını önlemek için etik değerlerin akla kalıcı olarak nakşedilmesi gerekir; bu da eğitimle olur.
Menfaat yerine fazilet veya erdem odaklı hayat felsefesine göre insan maddî bedenle beraber ruhu da olan manevî bir varlıktır, ve maddî hazlarıyla beraber manevî lezzetleri de vardır. Hayat bir yardımlaşmadır, ve kuvvetlilerin zayıflara yardım etme sorumluluğu vardır. İlişkilerde menfaat yerine fazilet ve moral (manevi) değerler esastır. Hayatın gayesi maddi arzu ve hevesleri tatmin değil, insan olarak yükselmek ve ruhen gelişmektir. Bu da doğrulukla olur. Moral değerler kalbe nakşedildiği ve onlara uyma meyli içten geldiği için insan üzerindeki etkileri gayet kuvvetlidir. Bu değerleri ihlal etmenin cezası yine kalpte vicdan azabı olarak hissedilir. Bilgeliğe veya vahye dayanan manevi değerler akla dayanan etik değerleri de kapsar. O yüzden aralarında çelişki söz konusu değildir.
Adalet güzeldir; ama ihsan daha güzeldir. İnsanlar adalete razı olurlar, ama ihsana ram olurlar. İnsan, ihsanın esiridir denir. İnsanların hayattaki hedefi mutlu olmaktır, ve hayattan lezzet almaktır. Madde ve onunla alakalı maddi hazlar sınırlı ve geçicidir, zaman ve mekana tabidir. Bu hazlar hayvanlarda da vardır. Mana ve onunla alakalı manevi hazlar ise sınırsız ve daimidir, zaman ve mekan üstüdür. Maddi hazların merkezi nefis (arzu ve hevesler), manevi hazların merkezi ise kalptir. Ancak bu hazların varlığı ve büyüklüğü tecrübe ile keşfedilir. O yüzden yüksek insani hazların yaşanacağı tecrübelere maruz bırakılmak – yaşlılar evinde kimsesiz bir yaşlıya bir hediye götürüp onun yüzündeki mahzunluğun mutluluğa dönmesini seyretmek gibi – değerler eğitiminin en etkin bir yolu olabilir. Bu tür uygulamalar, ‘sosyal sorumluluk’ çerçevesinde yaygın olarak hayata geçirilir.
ÖZLÜ SÖZLERLE MORAL DEGERLER[1]
Aşağıda derlenen özlü sözler, insani ve ahlaki değerlerin önemini ve bu değerlerin eğitim ile olan ilişkisini gayet veciz bir şekilde ifade etmektedir:
“Manhood, not scholarship, is the first aim of education.”
“Eğitimin ilk hedefi bilimsellik değil insanlıktır.”
- Ernest Seton
“Integrity without knowledge is weak and useless, while knowledge without integrity is dangerous and dreadful.”
“Bilgisiz doğruluk zayıf ve faydasızdır; doğruluksuz bilgi tehlikeli ve esef vericidir.”
- Samuel Jackson
“To educate a man in mind and not in morals is to educate a menace to society.”
“Bir insanı akıl yönünden eğitip ahlak yönünden eğitmemek, toplumun başına bir bela yetiştirmek demektir.”
- Theodore Roosevelt
“A man who has never gone to school may steal from a freight car; but if he has a university education, he may steal the whole railroad.”
“Hiç okula gitmiyen bir adam bir vagondan çalabilir; ama eğer university eğitimi almışsa, bütün demiryolunu çalabilir.”
- Theodore Roosevelt
“There is not in all America a more dangerous trait than the deification of mere smartness unaccompanied by any sense of moral responsibility.”
“Tüm Amerika’da beraberinde hiç bir ahlakî sorumluluk hissi taşımayan yalın zekiliği yüceltmekten daha tehlikeli bir akım yoktur.”
- Theodore Roosevelt
“The things that will destroy America are prosperity at any price, peace at any price, safety first instead of duty first, the love of soft living and the get rich quick theory of life.”
“Amerika’yı imha edecek olan şeyler ne pahasına olursa olsun zenginleşme, ne pahasına olursa olsun barış, önce vazife yerine önce güvenlik, rahat yaşama olan düşkünlük, ve çabuk zengin olma hayat teorisidir.”
- Theodore Roosevelt
“Character, in the long run, is the decisive factor in the life of an individual and of nations alike.”
“Uzun vadede, bireylerin ve de ülkelerin hayatında belirleyici faktör, karekterdir.”
- Theodore Roosevelt
“The measure of a man’s character is what he would do if he knew he never would be found out.”
“Bir insanın gerçek karekterinin ölçüsü, asla ortaya çıkmıyacağını bildiğinde ne yapacağıdır.”
- Thomas B. Macaulay
“Nobody will know. Nobody except you. But you have to live with yourself. And it is always better to live with someone you respect – because respect breeds confidence.”
“Hiç kimse bilmeyecek. Senin dışında hiç bir kimse. Ancak sen kendinle yaşamak zorundasın. Ve saygı duyduğun biriyle yaşamak her zaman daha iyidir. Çünkü saygı özgüveni doğurur.”
- Jerome Weidman
“Because you’re able to do it and because you have the right to do it doesn’t mean it’s right to do it.”
“Birşeyi yapabilme gücünün olması ve onu yapma hakkına sahip olman onu yapmanın doğru olduğu anlamına gelmez.”
- Laura Schlessinger
“The true measure of a man is how he treats someone who can do him absolutely no good.”
“Bir insanın büyüklüğünün gerçek ölçüsü, kendisine asla bir fayda sağlıyamıyacak olan bir kişiye nasıl davrandığıdır.”
- Samuel Johnson
“Cowardice asks the question, ‘Is it safe?’ Expediency asks the question, ‘Is it politic?’ Vanity asks the question, ‘Is it popular?’ But, conscience asks the question, ‘Is it right?’ And there comes a time when one must take a position that is neither safe, nor politic, nor popular but one must take it because one’s conscience tells one that it is right.”
“Korkaklık ‘Bu güvenli midir?’ sorusunu sorar. Menfaatçılık ‘Bu akıllıca mı?’ sorusunu sorar. Gösteriş, ‘Bu popüler mi?’ sorusunu sorar. Ama vicdan ‘Bu doğru mu?’ sorusunu sorar. Ve bir an gelir, kişi öyle bir pozisyon almak zorunda kalır ki ne güvenli, ne akıllıca, ve ne de popülerdir; ama kişi o pozisyonu vicdanı kendisine doğru olduğunu söylediği için almalıdır.
- Martin Luther King, Jr
“The true test of civilization is, not the census, nor the size of the cities, nor the crops, but the kind of man that the country turns out.”
“Medeniliğin gerçek testi ne nüfus, ne şehirlerin büyüklüğü, ne de yetiştirilen üründür; sadece ülkenin yetiştirdiği insan tipidir.”
- Ralph W. Emerson
“What is morally wrong can never be advantageous, even when it enables you to make some gain that you believe to be to your advantage. The mere act of believing that some wrongful course of action constitutes an advantage is pernicious.”
“Sana avantaj sağladığına inandığın bir kazanç sağlamanı mümkün kılsa bile, ahlâkça yanlış olan asla avantajlı olamaz. Yanlış bir hareket tarzının bir avantaj sağladığına inanma davranışı bile yeterince esef vericidir.”
- Marcus Tullius Cicero
“Politics that revolves around benefit is savagery.”
“Menfaat üzerine dönen siyaset canavardır.”
- Bediüzzaman
“When my sons are grown up, I would ask you, O my friends, to punish them, … if they seem to care about riches, or anything, more than about virtue.”
“Çocuklarım büyüdüğü zaman, dostlarım, sizden rica ediyorum; eğer servet veya başka bir şeye faziletten daha fazla değer veriyorlarsa, onları cezalandırın.”
- Socrates
“A man without ethics is a wild beast loosed upon this world.”
“Etik değerleri olmayan bir adam, bu dünyaya salıverilmiş vahşi bir hayvandır.”
- Manly Hall
“The world has achieved brilliance without wisdom, power without conscience. Our is a world of nuclear giants and ethical infants.”
“Dünya hikmetsiz dehayı ve vicdansız gücü başarmıştır. Dünyamız nükleer devler ve etik cüceler dünyasıdır.”
- General Omar Bradley
“Without ethics, everything happens as if we were all five billion passengers on a big machinery and nobody is driving the machinery. And it’s going faster and faster, but we don’t know where.”
“Etikliğin olmayışı şuna benzer ki biz beş milyar yolcu olarak büyük bir makine üzerindeyiz ve makineyi kimse sürmüyor. Ve makine hızlandıkça hızlanıyor, ama nereye bilmiyoruz.”
- Jacques Cousteau
“The highest reward for a man’s toil is not what he gets for it but what he becomes by it.”
“Bir kişinin yaptığı iş için en yüksek mükafat karşılığında ne aldığı değil, onunla ne olduğudur.”
- John Ruskin
“Try not to be a man of success, but rather to be a man of value.”
“Bir başarılar adamı değil, değerler adamı olmaya çalış.”
- Albert Einstein
“Humanity has every reason to place the proclaimers of high moral standards and values above the discoverers of objective truth. What humanity owes to personalities like Buddha, Moses, and Jesus ranks for me higher than all the achievements of the inquiring constructive mind.”
“İnsanlık yüksek moral standart ve değerleri tesis edenleri objektif doğruları keşfedenlerin üzerine koymak için her sebebe sahiptir. Insanlığın Buda, Musa, ve İsa gibi kişiliklere olan borcu bence sorgulayıcı ve yapıcı akılların başarılarına olan borcundan çok daha yüksek seviyededir.”
- Albert Einstein
“I am sent to complete high morality.” “Religion is high morals.”
“Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” “Din güzel ahlaktır.”
- Muhammed
“Piety and morality are but the same spirit differently manifested. Piety is religion with its fact toward God; morality is religion with its fact toward the world.”
“Dindarlık ve etiklik kendini değişik tarzlarda gösteren aynı ruhtan başka birşey değildir. Dindarlık, hakikatı Allah’a dönük olan dindir, etiklik ise hakikatı dünyaya dönük olan dindir.”
- Tryon Edwards
“Ethicity is a modern world religion stripped off divinity.”
Etiklik, uluhiyetten arındırılmış bir modern dünya dinidir.
- Yunus Çengel
“To ignore evil is to become an accomplice to it.”
“Kötülüğe göz yummak, ona ortak olmaktır.”
- Martin Luther king, Jr.
“The world is a dangerous place to live; not because of the people who are evil, but because of the people who don’t do anything about it.”
“Dünya yaşamak için tehlikeli bir yerdir – kötü olan insanlar yüzünden değil, bu konuda hiçbirşey yapmayan insanlar yüzünden.”
- Albert Einstein
“The concern for man and his destiny must always be the chief interest of all technical effort. Never forget it among your diagrams and equations.”
“İnsanlık ve onun kaderine göstereceğiniz hassasiyet, tüm teknik çalışmalarınızda her zaman ilk önceliğiniz olmalıdır. Diyagram ve denklemleriniz arasında bunu asla unutmayın.”
- Albert Einstein
“Silence becomes cowardice when occasion demands speaking out the whole truth and acting accordingly.”
“Durum tüm doğruları söylemeyi ve ona göre davranmayı gerektirdiği zaman susmak, alçaklıktır.”
- Mohandas Gandhi
“The three hardest tasks in the world are neither physical feats nor intellectual achievements, but moral acts: to return love for hate, to include the excluded, and to say, “I was wrong”.
“Dünyadaki en zor üç iş ne fiziksel beceri ne de entellektüel başarıdır, sadece ahlakî davranışlardır: nefrete sevgiyle karşılık vermek, dışlananları dahil etmek, ve ‘hatalıydım’ demek.”
- Sydney Harris
KAPANIŞ
Üstün veya büyük insan, insaniyeten gelişmiş ve kalbi nefsine, yani insanlık tarafı heveslerine hakim olan insandır. En büyük hazzı almak değil, vermektir (ihsan, ikram, cömertlik). İnsanlığı gelişmiş bir insanın başkasına yemek yedirmekten aldığı haz, kendisinin yemek yemekten aldığı hazdan üstündür. Annelerin yüceliğinin arkasındaki bir sır budur.
Benzer şekilde üstün medeniyet, adaleti aşıp fazileti esas alan medeniyettir. Bu medeniyet, madde değil mana medeniyetidir. Nefis değil kalp medeniyetidir. Adaleti de içeren fazilet (insani değerler) tabanlı medeniyet, dünyada yaygın ve kalıcı haz ve huzuru sağlıyacaktır. Zıtlaşmayı, kucaklaşmaya çevirecektir. Bunun gözlemsel delili, tarih boyunca insanlıkta değişim ve gelişimin (yükselme) esas olmasıdır. Akılların gelişip vicdanların uyanmakta olduğu, fıtratların geçici hazlara razı olmayıp daimilerini aradığı bir ortamda insanlar en daimi huzuru ve en ulvi hazları sağlıyan faziletten aşağısına razı olmıyacaktır. Ve insanlık, gelecekte, zorlama etik değerleri değil cezbedici insani değerleri tartışacaktır. En büyük menfaati de faziletin yani insani değerlerin sağladığını hayretle görecektir. İnsanlık en parlak medeniyeti de o zaman yaşıyacaktır.
[1] Tüm tercümeler Yunus Çengel tarafından yapılmıştır.