LİSE EĞİTİMİ VE ÖSS’NİN RASYONEL BİR ZEMİNE OTURTULMASI

 

Liselerde müfredatı hangi kurumun belirlediği sorulacak olsa, herhalde hiç tereddüt etmeden Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) deriz. Bu cevap, Türkiye’deki bir çok şey gibi, kağıt üzerinde doğru ama uygulamada yanlıştır. Çünkü Türkiye’de gerçek lise müfredatını belirleyen kurum Üniversite Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) dir. Bunun da sebebi, lise eğitiminin üniversiteye giriş eksenli olması, liselerin başarısının üniversiteye yerleştirebildiği öğrenci oranı ile ölçülmesi, ve üniversiteye giriş sınavı konu ve kriterlerinin ÖSYM tarafından belirlenmesidir. Bunun tabii sonucu olarak liselerde şeklen MEB müfredatı uygulanır görülürken aslen Üniversite Seçme Sınavı (ÖSS) hazırlığı yapılmakta, ve ağırlıklı olarak hedefleri ÖSYM tarafından belirlenen program uygulanmaktadır. O kadar ki ÖSS’ye dahil olmayan dersler ciddiye alınmamakta, ve hatta o derslerin saatlerinde ÖSS hazırlığı yapılmaktadır. Mesela bu yıla kadar ÖSS soruları esas olarak Lise 1 müfredatına dayalıydı, ve dolayesi ile Lise 2 ve Lise 3 dersleri göstermelik olarak yapılıyordu. Geçen yıl uygulamaya konan sistem Lise 2 ve 3 derslerini de sınav kapsamına alınca, birdenbire bu sınıflarda da dersler ciddiye alınmaya başladı. Yani MEB nasıl bir müfredat hazırlarsa hazırlasın, sonunda hangi derslerin çalışmaya değer olduğunu belirleyen kurum, üniversiteye giriş anahtarını elinde tutan ÖSYM’dir. Yakın bir işbirliği içinde olması gereken bu iki kurumun birbirinden kopuk olması, bir sorumsuzluk ve eğitimde misyonsuzluk örneğidir, ve ülke için bir talihsizliktir. Bu iki başlılığın sona erdirilmesi ve lise eğitimine bir ciddiyet getirilmesi için ÖSYM’nin MEB bünyesine alınması, veya en azından ÖSS konu başlıklarının MEB tarafından belirlenmesi bir zarurettir. Aksi taktirde liselerde etkin bir eğitim beklemek hayaldir, ve bu uygulama MEB’nın elini kolunu bağlamaktadır.

Lise müfredatı ve ÖSS konu başlıkları arasındaki uyumsuzluk bir boşluk yaratmış, ve bu boşluğu adeta “ÖSS Liseleri” olan ve sayıları MEB liseleriyle yarışan üniversiteye hazırlık kursları doldurmuştur. Zavallı lise öğrencileri de gündüzlerini MEB liselerinde geçirmek, ve akşam ve haftasonları da malî külfetine katlanıp ÖSS liselerine gitmek zorunda bırakılmışlardır. Durumun farkında olan birçok lise, bilhassa özel liseler, öğrencilerine her hafta ÖSS deneme sınavı vermekte, ve bu sınav sonuçları öğrencilerin neredeyse yegâne başarı göstergesi olmaktadır. Liselerin işlevinin üniverseteye girişte bir basamak taşı haline gelmesi, iddialı liseleri ikinci sınıf bir üniversiteye hazırlık dershanesi statüsüne indirgemiştir. Üniversite iddiası olmayan liselerde ise dersler genellikle ilgisizlik ortamı içinde heyecansz bir şekilde yapılmakta, ve ciddi öğrenciler liseden kurtarabildikleri zamanlarını dershanelerde geçirmektedirler.

 

Lise Eğitiminin Amacı

Bu çarpıklıklara son verip Lise eğitimini rasyonel bir zemine oturtmanın başlangıç noktası gereksiz ayrıntılardan sıyrılıp büyük resme bakmak, ve ağaçlarla uğraşmayı bırakıp ormana odaklanmaktır. Burada sorulacak birinci soru da lise eğitiminin hedefinin veya misyonunun ne olduğu, ve bu kadar kaynak aktardığımız lise eğitiminden neyin amaçlandığıdır. Resmî belgelerde bu misyon kulağa hoş gelen yaldızlı ama içi boş laflarla ifade edilmiş olabilir. Ancak görünüşe bakılırsa Türkiye’de lise eğitiminin tek bir gayesi var, o da öğrencileri ÖSS’ye hazırlamak. Yani belirlenen konularda en kısa zamanda en fazla soruyu en kestirme yollardan çözme becerisini kazanmak. Gerçekten de öğrencilerimiz testlere girip geçme konusunda gayet beceri sahibi. İyi de bu becerinin kime ne faydası var? Hangi işveren bir kişiye bu becerisinden dolayı iş verir, veya hangi lise mezunu bu becerisine dayanarak bir iş yeri açar? İlk ve lise öğretiminde öğrencilere gerçek dünyada kendilerini “yararlı” kılacak hangi beceriler veriliyor? Her lise mezunu üniversiteye girebiliyor olsaydı, bunu yine anlayışla karşılamak mümkündü. Ama her yıl üniversite sınavlarında 5 öğrenciden 4’ü yani yüzde 80’ı yerleştirilemedikleri için başarısız sayılıyor, ve bu ezici çoğunluk 18 yılını ve kendine güvenini kaybetmiş olarak ve pazarlanabilir bir becerisi olmadan hayat mücadelesine terkediliyor. Tablo bu kadar vahim olduğu halde yıllardır neden bir şey yapılmadığını anlamak mümkün değil.

Hangi aklı başında bir sanayici ürünlerinin yüzde 80’ının ıskartaya çıkarılmasına ve atılmasına seyirci kalabilir, ve herşey yolundaymış gibi davranabilir? Eğer liselerin gayesi gerçekten öğrencileri üniversite sınavına hazırlamak ise, bu işi dershaneler çok daha iyi yapıyorlar. O zaman gayesi öğrencilerini üniversiteye yerleştirmek olan ama bunu bile beceremiyen liselere ne gerek var? Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Üstün Ergüder’in dediği gibi “Bizde lise eğitimi yok” (Sabah Gazetesi, 12 Haziran 2005). Hatta lise engeli yüzünden yeterince dershaneye gidemeyen birçok öğrenci, mezuniyet sonrası ilk yılı “dershane yılı” olarak görmekte, mali külfetine katlanıp üniversiteye hazırlanmaktadır. Üniversiteye giden yolun sahte rapor alıp liselerden kaçmakta olduğuna bakılırsa, liseler üniversiteye girişe destek değil köstek olan kuruluşlar haline gelmişlerdir. Bu tür düzme raporlarla da öğrenciden doktora kadar her kesim sahtekarlığa alıştırılıyor, ve sahtekarlık meşruiyet kazanıp bir hayat tarzı olarak kurumsallaşıyor.

Durum böyle iken 3 yıl olan liseler de 4 yıla çıkarıldı, ve mezunların gerçek hayata atılması bir yıl ertelendi. Aslında yapılması gereken tam tersi bir uygulamayla 4 yıllık liseleri 3 yıla indirmek, ve yüzde 80’ı üniversite kapılarından geri çevrilecek olan öğrencilerin çok geç kalmadan toplum içinde yaşama becerileri kazanmasını saglamaktı. Devlet de tasarruf ettiği para ile bilgisayar, daktilo, vs kursları açar (veya mevcut kursları destekler), ve gençleri gerçek hayata hazırlardı.

Bazılarına “uçuk” gibi görünen bu fikirler, ABD’de pratikte yaygın olarak uygulanır. ABD’de lise mezunlarının yaklaşık üçte biri üniversite veya yüksek okula gitmek yerine (ABD’de isteyen her lise mezunu üniversiteye gidebilir) kendi tercihleriyle okul içi ve dışında kazandıkları beceriler ile işe girmekte ve yaşamlarını sağlıyabilmektedir. Ve halka meslek kazandırma kursu açanlara devlet mali destek sağlamakta, ve öğrencilere de – yaşları ne olursa olsun – burs vermektedir. Böylece eğitim yaygınlaşmakta ve değişen şartlara göre devamlı güncellenmektedir. Biz izinsiz kurs açanlara verilecek cezayı tartışa duralım, ABD’de özel sector eğitimin her kademesinde önemli bir yer tutar, ve ihtiyaç olan hizmeti yerinde sunarak devletin yükünü hafifletir. Bu özel kursların denetimini de halk yapar – beğenmediği kurslara gitmiyerek veya gitmişse kaydını sildirerek boş kalan kursun kapısına kilit vurdurur.

 

Lise Eğitimine Demokrasi Tabanlı Bir Yaklaşım

Demokratik yaklaşım, kararlarda çoğunluğun esas alınmasını, ancak azınlığın da haklarının teminat altına alınmasını gerektirir. Her 3 yeni lise mezunundan 2’sinin üniversiteye giremiyeceği dikkate alınırsa, bu yaklaşım lise eğitiminde üniversiteyi kazanamıyacak olanların esas alınmasını, ancak kazanacak olanların da madur edilmemesini gerektirir. Yani lise eğitiminin esas gayesi, üniversiteye giremiyecek olan %60-70 oranındaki büyük öğrenci kitlesini gerçek hayata hazırlamak, ve onları mezuniyetten sonra topluma katkı yapacak ve iş hayatında fonksiyonel kılacak becerileri kazandırmak olmalıdır. Aksi taktirde ne kadar reform yapılırsa yapılsın lise eğitimi gayesiz, ruhsuz, ve heyecansız olmaya ve gençleri gerçek hayattan soyutlamaya devam edecektir. Sonunda iş dünyası kalifiye işgücü sıkıntısı çekerken lise mezunları da iş yokluğundan yakınacaklardır. Geçerli bir becerisi olmadan işe alınanlar ise verimsiz çalışacak, ve işletmenin kârlılığını düşüreceklerdir. Beceri sahibi bir kişinin yapabileceği bir işe birden fazla eleman almak zorunda kalan işveren de maliyetleri kontrol altında tutabilmek için çalışanların ücretlerini düşük tutmak zorunda kalacaktır. Modern ülkelerde bile 4 yıllık bir üniversiteyi bitirme oranının %30 cıvarında olduğu dikkate alınırsa (bu oran ABD’de %34, AB ülkelerinde %27, ve Türkiye’de %10’dur), gençlerin en değerli yıllarını mekanikleşerek üniversiteye hazırlıkla geçirmenin akıl dışılığı ve lise çağında geçerli beceriler kazandırmanın önemi daha da açık görülür.

Lisede pazarlanabilir ve gerçek hayata dönük beceriler kazanan öğrenciler derslerine daha büyük bir ilgiyle yaklaşacak, ve hatta bir kısmı ABD’de olduğu gibi daha lisedeyken çalışıp gelir elde edebilecektir. Beceri ve özgüven kazanan öğrencilerin üniversiteye girme dışında da seçenekleri olacak, ve üniversite kapılarındaki yığılma azalacaktır. Bu yaklaşımda geniş tabanlı bir mutabakat sağlanırsa, sıra lise mezunu bir gencin sahip olması arzu edilen becerilerin belirlenmesine gelir. Bu da iş dünyası, toplum kuruluşları, ve eğitimcilerin birlikte çalışmasıyla mutabakat sağlanarak halledilebilir. Böyle bir yaklaşım, lise mezunlarına gerçek hayat becerileri kazandırmakla kalmayacak, aynı zamanda iş dünyası ve aileleri eğitimde partner ve faal oyuncu konumuna getirecektir. Bu birliktelikten en büyük faydayı da merkezî rol oynayan liseler göreceklerdir. Aşağıda bunun nasıl sağlanabileceğine dair örnekler sunulmuştur.

 

Liselerde Misyon, Mezunları Gerçek Hayata Hazırlamak Olmalı

Liselerde ciddiye alınacak dersleri ve dolayesi ile “gerçek” müfredatı MEB’in değil ÖSYM’nin belirlediğine bakılırsa, işe bu iki kurumu tek bir yönetim altına almakla başlamak lazımdır. Yoksa davul birinde tokmak başkasında gibi bir manzara ortaya çıkar. Aklı başında hiçbir kişi MEB’in ÖSYM’ye katılmasını teklif edemiyeceğine göre, yapılması gereken ilk iş ÖSYM’nin MEB bünyesine alınması, ve iki başlılığın sona erdirilmesidir. Üniversiteye giriş üniversiteleri yakından ilgilendirir ve o yüzden ÖSYM, YÖK bünyesinde kalmalıdır diye itiraz edenlere şunu hatırlatırız ki lise müfredatı da üniversiteleri yakından ilgilendirir, ama hiç kimse lise müfredatının MEB yerine ÖSYM tarafından belirlenmesini teklif etmez. Zaten edecek olsa bu MEB ve YÖK’ün tek çatı altında birleşmesini gündeme getirir, ve bu birleşik kurumun adı da herhalde YÖK değil MEB olacaktır.

ÖSYM’nin MEB bünyesine alınmasından veya en azından bu iki kurum arasında yakın bir koordinasyon sağlanmasından sonra yapılacak ilk iş, geniş katılımlı istişarelerle bir lise mezununun sahip olması gereken bilgi ve becerilerin belirlenmesi, ve lise müfredatı ve ÖSS’nin bu bilgi ve becerileri kazandırma ve ölçmeye yönelik olarak tekrar formüle edilmesidir. Burada dikkat edilmesi gereken şey, ÖSS’nin müfredatı desteklemesi ve bir kopukluğa meydan verilmemesidir.

Mevcut müfredatta öğrenciye genel bir kültürel altyapı oluşturmaya yönelik Türkçe, Matematik, Fen Bilgisi, ve Sosyal Bilimler gibi temel dersler (tabi ki çok daha modernleştirilmiş ve ezbercilikten arındırılmış olarak) müfredatın ve ÖSS’nin omurgası olarak kalmaya devam edebilir. Ama ÖSS’de bu klasik konulardan sorulan sorular ÖSS puanının üçte ikisini aşmamalıdır. Liseleri engelli üniversiteye hazırlık kursu görüntüsünden çıkarmak ve öğrencilere gerçek hayat becerileri kazanmaya teşvik etmek için ÖSS puanının en az üçte biri şu alanlardan gelmelidir:

 

  1. Bilgisayar Becerisi: Günümüzde bilgisayar eğitiminin yeri ve önemi hakkında çok şey söylemeye gerek yoktur. MEB’nın ciddî gayretleri ile bugün neredeyse tüm liseler bilgisayar donanımlı ve internet bağlantılıdır, ve öğrencilere uygulamalı bilgisayar dersleri verilmektedir. Ancak bu derslerin yeterince ciddiye alındığı söylenemez. ÖSS’de soruların belli bir oranının Internet, Windows, WORD, ve Excel kullanımı gibi temel becerileri ölçmesi, teknoloji kullanımının gereken ilgiyi görmesini sağlayacak, ve hatta üniversite hazırlık kurslarının bile bilgisayar eğitimi sunmasını sağlayacaktır.

 

  1. Hızlı Daktilo Becerisi: Bugün lise çağında olan gençler, gelecekte zamanlarının önemli bir kısmını bilgisayar başında epostadan dilekçe yazmaya, form doldurmaktan rapor hazırlamaya kadar çok şeyi klavye kullanarak yapacaklar, ve hızlı daktilo becerisi olmayan kişiler geleceğin bilgi tabanlı ekonomisinde adeta “özürlü” olacaklardır. O yüzden günümüzde hızlı daktilo becerisine sahip olmak, okur-yazar olma kadar önemli hale gelmiştir, ve bu beceri öğrencilere okullardaki mevcut bilgisayarlarda daktilo programları kullanarak kolaylıkla kazandırabilir. Dakikada yazılan kelime sayısı ile ölçülen bu beceri de kolaylıkla ölçülebilir, ve ÖSS puanının belli bir kısmı daktilo sınav sonucuna dayandırılabilir. Bu puandan mahrum kalmak istemeyen ve hatta ÖSS puanının bir kısmını garantiye almak isteyen öğrenciler daktiloyu şevkle öğrenecek, ve hızlı yazma becerilerinden dolayı ödevlerini de bilgisayarda yapmaya başlıyacaklardır.

 

  1. Genel Sağlık Bilgileri: Türkiye’de genel sağlık konularında ve ilaç kullanımında korkutucu boyutta bir cehalet vardır, ve lise ve hatta üniversite mezunları bundan istisna değildir. Liselerde gıdaların besin değerinden yaygın olarak kullanılan ilaçların yan etkilerine, koruyucu tıptan sıkça görülen hastalıkların belirtilerine, sigaranın zararlarından yüksek tansiyona kadar bir çok konuda temel bilgiler verilebilir. Sadece antibiyotiklerin bilinçsizce kullanımının önlenmesi bile büyük bir kazanım olacaktır. ÖSS’de soruların belli bir oranının genel sağlık bilgilerini ölçmesi, öğretmen ve öğrencilerin bu konulara ciddi olarak eğilmesini sağlayacak, ve genç yaşta doğru bilgi ile techiz edilen öğrenciler hem ailelerini eğitecek, hem sağlık kuruluşlarıyla daha bilinçli bir iletişım kurabilecek, ve hem de ömürlerini daha sağlıklı olarak geçireceklerdir.

 

  1. Genel Trafik Bilgisi: Türkiye’de motorlu araç kullananların sayısı ile beraber trafik kazaları da hızla artmaktadır, ve yetersiz trafik eğitimi bundan kısmen sorumludur. Okullarda verilen trafik bilgisi ciddiye alınmamaktadır, ve sürücü adayları bu eksikliklerini trafik kurslarında gidermeye çalışmaktadırlar. ÖSS’de soruların bir kısmının trafik bilgisini ölçmesi, okullarda trafik eğitiminin ciddiye alınmasını ve trafik konusunda bilinçli bireylerin yetişmesini sağlıyacaktır. Hatta ÖSS’nin trafik kısmından belli bir puanı aşan adaylar ehliyet için zorunlu Trafik kurslarından muaf tutulabilir, ve böylelikle kurslar için sarfedilen kaynaklardan ciddi tasarruf sağlanabilir.

 

  1. Genel Kültür ve Dünya Olayları: Lise ve hatta üniversite öğrencilerinin ülke ve dünya gündeminden habersizliği, ve dünyada olup bitenleri algılıyabilme ve olayları objektif olarak irdeliyebilme becerisinden yoksunluğu hayret vericidir. Hızla değişen dünyamızda bireylerin adeta cam bir fanus içinde kalarak yaşamlarını devam ettirebilmeleri mümkün değildir. Öğrenciler genç yaşta kitap, dergi, ve gazete okumaya teşvik edilmeli, ve gerçekçi kararlar verebilmeleri için kendilerini dışarıda nasıl bir dünyanın beklediğini bilmelidir. ÖSS sorularının bir kısmının geleceği etkiliyebilecek önemde güncel konulardan olması (magazin, spor, ve kısır siyasi çekişme türü şeyler hariç), öğrencileri dünya vatandaşlığına hazırlıyacak, ve geniş bir perspektif oluşturmalarına ve çevrelerini daha bilinçli olarak algılamalarına ve değişen şartlara uyum sağlamalarına yardımcı olacaktır.

 

  1. Sanat, Spor, ve Ders Dışı Faaliyetler: Liselerin ÖSS’ye odaklı olması liseleri adeta test merkezlerine çevirmiş, ve ÖSS kapsamı dışındaki ders ve faaliyetler adeta yok olmaya yüz tutmuştur. Halbuki sağlıklı bir eğitim öğrencilerin çok yönlü olarak gelişmelerine imkan veren bir eğitimdir, ve okullar öğrencileri robotlaşmaya itmemelidir. Bu da ders dışı faaliyetlerle sağlanır. Öğrencilerin şevkle sportif faaliyetlere katılmasını, bir müzik aleti çalmasını, tiyatrolarda rol almasını, okulu değişik etkinliklerde temsil etmesini sağlamanın yolu, ÖSS puanının bir kısmının bu tür faaliyetlere katılmaya bağlanmasından geçer. Bu puan her öğrencinin ders dışı faaliyetlerinin detaylı bir dökümüne dayalı olarak okullarca belirlenip ÖSS’ye gönderilebilir. Mevcut sistemde ÖSS puanının yaklaşik dörtte birinin öğrencinin lisedeki başarısından geldiği dikkate alınırsa, ÖSS puanına bu tür ilaveler bir zorluk oluşturmaz.

 

  1. Güzel Yazma: Liselerdeki Güzel Konuşma ve Yazma dersleri ÖSS’de bir karşılık bulamadığı için genellikle ciddiye alınmamakta, ve öğrenciler imla kurallarını ve hatta düzgün bir dilekçe yazmasını bile öğrenmeden liseden mezun olmaktadırlar. Halbuki güzel yazma, güzel düşünmenin bir sonucudur, ve öğrenciler düşüncelerini etkin bir şekilde ifade etmeyi öğrenmeden liseden ayrılmaktadırlar. Güzel yazma derslerine işlevlik kazandırmanın yolu, ÖSS puanının bir kısmının imla kurallarının kullanımına ve verilen bir konuda bir yazı yazmaya bağlanmasından geçer. Bu tür sınavlar ÖSYM tarafından ÖSS’nin bir parçası olarak verilebileceği gibi, il bazında Milli Eğitim Müdürlükleri tarafından da verilip bağımsız bir kurul tarafından değerlendirilebilir ve öğrenci puanları ÖSYM’ye bildirilebilir. Veya öğrencinin lise öğretimi boyunca Güzel Konuşma ve Yazma derslerinden aldığı notların ortalaması bu amaçla kullanılabilir. Bu fikri biraz uçuk ve uygulanamaz bulanlara şunu hatırlatmak gerekir ki ÖSS’nin ABD’deki karşılıği olan SAT (Scholastic Assessment Test) sınavında 25 dakikada verilen bir konu ile ilgili bir kompozisyon yazmak bu sınavın değişmez bir parçasıdır. Her kompozisyon uzman iki kişi tarafından okunup değerlendirilir.

 

  1. Yabancı Dil: Liselerimizde yabancı dil eğitimi, tam bir trajedidir. Dünyada herhalde yabancı dil öğretmeye bizim kadar çok zaman ve kaynak ayırıp bizim kadar az öğrenen başka bir ülke yoktur. Bunun da sebebi yine eğitimin ruhsuz ve gayesiz olması, neyin ne için yapıldığının bilinmemesidir. Modern dünya yabancı dili müfredatlarına haftada birkaç saat koyarak öğretirken, biz Anadolu liselerinde bir seneyi yabancı dil eğitimine ayırdığımız halde bunu başaramıyoruz. Belki yine bunun da sebebi yabancı dil bilgisinin birkaç bölüm dışında üniversiteye girişte bir faydası olmamasıdır. Bu problemi çözmenin ve yabancı dil eğitimine bir ciddiyet getirmenin yolu yine ÖSS’de soruların belli bir oranının yabancı dil üzerine olmasıdır. Böylelikle üniversite adayları, yabancı dili ÖSS’ye hazırlanmanın bir parçası olarak öğrenme gayreti içinde olacaklardır.

 

Tabi ki bu liste uzatılıp kısaltılabilir, ve ihtiyaca göre değiştirilebilir. Ancak şu hiçbir zaman unutulmamalıdır ki liselerin amacı, öğrencileri üniversite ile beraber gerçek hayata adım atmaya hazırlamak, ve mezunlarını sosyal hayatta ve iş hayatında gerekli temel becerilerle donatmaktır. Böylelikle lise eğitimi bir anlam kazanacak, ve liseler ÖSS ile beraber gerçek hayat konularının da konuşulduğu modern ve hayat dolu çağdaş kurumlar haline gelecektir. Güney Kore, 1995 yılından beri eğitim reformunun bir parçası olarak üniversiteye giriş sisteminde kademeli olarak köklü değişiklikler yapmıs, ve 2002 yılında burada anlatılana paralel bir sistemi uygulamaya koyarak liselerin aslî görevlerine dönmelerini ve öğrencilerin çok yönlü gelişimine anlamlı bir katkı yapmalarını sağlamıştır.

Böyle bir sistemde üniversiteyi kazanamamak hüsranlı bir bitiş değil, gerçek hayata yeterince donanımlı ve özgüvenli olarak hızlı bir başlangıç olacaktır. Neticede müşterisi iyice azalan birçok üniversite hazırlık kursu, standartlarını iş dünyası ile istişare ederek devletin belirlediği ve maddi destek verdiği meslek eğitim kurslarına dönüşecek, ve birçok lise mezunu bir yılını dershanelerde ezberlerini pekiştirme yerine, düşük bir ücretle veya burslu olarak ilgi duydukları bir mesleğin esaslarını ve inceliklerini öğreneceklerdir. Liselerdeki özgürlükçü ortamda fikren, ruhen, ve anlayışça gelişen bireyler, daha anlamlı, daha verimli, ve daha tatmin edici bir hayat yaşıyacaktır. Bu da genel refah ve kültür seviyesini yükseltecek, ve Türkiye’yi AB standartlarında (hatta ötesinde) saygın bir ülke haline getirecektir. Ve 10 sene sonra AB kapılarını serbest dolaşıma açtığında, hayretle kapıya Türkiye tarafından kimsenin gelmediğini görecektir. Açıkça görülüyor ki ÖSS, dikkatli çalışmalar ve geniş katılımlı istişarelerle, en başarılı lise mezunlarını üniversiteye gönderirken dışarıda kalan büyük çoğunluğun gerçek hayat becerileri ile donatılmış olarak topluma katkı yapmaya hazır bireyler haline gelmesini sağlıyacak bir şekle dönüştürülebilir. Bu, ülke için “devrim” niteliğinde bir değişim ve kazanım olacaktır, ve bunun gerçekleşmesine öncülük edenler minnetle anılacaktır.